Anasayfa / IR / Genel Ekonomik Durum

Genel Ekonomik Durum

TEMEL EKONOMİK GÖSTERGELER
 

Tablo 1. İran Ekonomisindeki Temel Ekonomik Göstergeler

  Birim 2016 2017 2018 2019* 2020*
GSYİH (Cari Fiyatlarla) milyar $ 404 430 452 484 495
Kişi Başı Gelir (GSYİH-Cari Fiyatlarla) Dolar 5.026 5.289 5.491 5.820 5.890
GSYIH Büyüme (Sabit Fiyatlarla) % 12,5 3,7 -3,9 -6 0,2
Enflasyon  (Tüketici Fiyatları Ort.) % 9 9,6 31,1 37,1 31,7
İşsizlik/İşgücü % 12,4 11,8 13,8 15,4 16,1
Toplam Tasarruf/GSYİH % 37,5 39,5 42,6 38,5 37,1
Toplam Yatırım/ GSYİH % 33 35 38 38 37
Toplam Kamu Borcu/GSYİH % 47 39 33 30 27
Cari İşlemler Dengesi milyar $ 16 16 19 -1,8 -3,1
Cari İşlemler Dengesi/GSYİH % 4 3,8 4,3 -0,3 -0,6

Kaynak: IMF, 11.04.2019                                                                                                                                                                                                                    *IMF Tahmini
 

EKONOMİK YAPI 

Tarihsel Gelişim

İran’ın ekonomi politikaları tarihsel olarak kendi iç çelişkileri ve çarpıklıklarla doludur. Ülkede halen etkili bir ekonomi politikasından bahsetmek zordur.

Pehlevi dönemi sanayi politikası, montaj sanayini önceleyen, tarımda yeterliliği önemsemeyen, gelir dağılımında sınıflar ve bölgeler arası eşitsizliği umursamayan, bölüşümden önce büyümeye odaklanan, petrol gelirlerine aşırı dayanan bir yapıda olmuştur. Bu dönemde İran’ın tüketim toplumu olma yolunda ilerlediği söylenebilir. Pehleviler ayrıca, sanayi ve şehir merkezlerinin büyümesine odaklanmış, tarımsal politikaları ikincil konuma düşürmüş, tarımda kendine yeterliliği vurgulamamıştır. Özellikle 1960-77 arasında İran ekonomisi üçüncü dünya ülkelerinin çok üzerinde ortalama yılda %9,6 oranında büyümüştür. 1970'lerde ise günde ortalama 6 milyon varil petrol satışı gerçekleştirebilmiştir. Pehlevi döneminde politik bağımsızlık, demokrasi ve sağlam bir ekonomiden söz edilememektedir.

1979'da gerçekleşen İslam Devrimi, kendinden önceki dönemi ötekileştirmiştir. Bu doğrultuda, ABD ve Batı Kültürü karşıtlığı ön plana çıkarılmıştır. Aynı şekilde, kaba solcu materyalizmi ve Batı tüketim anlayışı kıyasıya eleştirilmiştir. Bu dönemin ekonomi politikalarının özetle, kapitalizm, popülizm ve pragmatizm karışımı olduğu ifade edilebilir. Bu dönemde verimsiz yatırımlar ve kamu hizmetleri, kötü yatırım ve iş ortamı, beyin göçü ve yolsuzluk öne çıkan sorunlar olmuştur. Dönemin ana vurgusu ise, büyümeden önce bölüşümdür.

Devrimden sonraki on yılda ekonomik model olarak serbest piyasa ekonomisinden devlet güdümlü ekonomiye geçişe odaklanılmış, kendine yeterlilik ana ilke olarak sürekli gündemde tutulmuştur. Bu amaçla, dış ticaret devlet tekeline alınmış, Şah yandaşlarının mallarına el konulmuş, bankacılık, sigortacılık, tarım arazileri ve sanayiler millileştirilmiş veya Dini Lider’in gözetimindeki vakıf-bonyadlara devredilmiştir. Dönemin karakteristik özelliği, sıkı ücret ve fiyat kontrolleri, kuponlama, gıda ve enerjide yüksek sübvansiyonlar olmuştur. Döviz kuru sıkı kontrol altına alınmış, yaygın bir şekilde para basılmış, bütçe açıkları rekor seviyelere ulaşmıştır. Bunların neticesinde inatçı bir enflasyon ortaya çıkmıştır. İran iş kültürü ise, rant arayışına dayalı bir hale bürünmüştür.

1989–97 yılları arasında görev yapan Rafsancani döneminde İran Devriminin yeniden yapılanması-perestroikası olduğu fikri öne çıkarılmış, serbest piyasa, liberalleşme, özelleştirme ve küresel dünyaya katılım, nüfus artışını frenleme vurguları dile getirilmiştir. Buna karşın, liberalleşme politikaları sosyal maliyetlerin tolere edilememesinden kaynaklı olarak amacına ulaşamamıştır. Rafsancani’nin ikinci döneminde ise, korumacı eğilimler yeniden güç kazanmıştır.

1997–2005 yılları arasında görev yapan Hatemi döneminde ise, reform ve liberalleşme hamleleri yapılmış, ekonomik görünümde kısmi bir iyileşme yaşanmıştır. Yoksulluk, ayrımcılık ve yoksullukla mücadele bu dönemde öne çıkan vurgular olmuştur. Hatemi ayrıca, Petrol İstikrar Fonu’nu kurmuştur. Bu dönemde ayrıca ihracat kısıtlamaları azaltılmış, tek kura geçilmiş, ithalat lisanslamaları yumuşatılmıştır. Bu dönemde ülke ekonomi gündemine yolsuzluklar, çevre sorunlarının artışı, uyuşturucu madde kullanımı, çocuk işçiliği, kayıtdışı ekonomi gibi kavramlar girmeye başlamıştır.

2005–13 yılları arasında görev yapan Ahmedinejad Döneminde ise, askeri/güvenlik aygıtının ekonomi üzerindeki etkisi artmıştır. Ahmedinejad’ın Batı karşıtı söylemleri ve İran’ın nükleer programındaki şahin tutumu neticesinde ülkeye yönelik yaptırımlar sıkılaşmaya başlamıştır. Bu dönemde, Batı’da eğitim almış kişilerin devlet görevlerinden tasfiyesi yaygınlaşmıştır. Aynı şekilde, Kalkınma Planları rafa kaldırılmıştır. Faiz, kur, enerji fiyatlarının baskılandığı, çift haneli enflasyonun olduğu, riyalin değerli tutulmaya çalışıldığı, banka kredilerinin verimsiz yatırımlara yönlendirildiği bir dönemden geçilmiştir. Bu dönemde, vatandaşın parasının değerini korumak için konut ve altına yöneldiği görülmüştür. Ayrıca, verilen yüksek sübvansiyonlar neticesinde İran, dünya enerji tüketiminin yedi katı enerji tüketmeye başlamıştır. Yoğun enerji tüketimi neticesinde hava kirliliği gibi güncel konular İran’ın gündemini meşgul etmeye başlamıştır. Öte yandan, enerji yoğun sektörlere verilen teşvikler, ülkedeki işsizliği artırmıştır.

2013 yılında Ruhani iktidara geldiğinde ülke son 25 yılın en kötü ekonomik durumundadır. Enflasyon %45’ler seviyesindedir. Reformcu olarak nitelenen Ruhani tarafından Batı ile ilişkilerin yeniden tesis edilmesi sağlanmış, Nükleer Anlaşma olarak bilinen ve İran’a yönelik yaptırımların kaldırılmasını öngören anlaşma imzalanmıştır. Enflasyonla mücadelede önemli kazanımlar elde edilmiş ve enflasyon tek haneli rakamlara gerilemiştir. Özellikle enerji sektörüne yatırımlar çekilmesi sağlanmıştır. Bununla birlikte, ABD’nin Nükleer Anlaşma’dan çekileceğini açıklamasıyla yatırım amacıyla ülkeye yönelen şirketler çekilmiş, ödeme mekanizmalarında başlayan sıkıntılar neticesinde dış ticarette daralmalar meydana gelmiş, İran ekonomisi uzun yıllardır süren sorunlarıyla yeniden boğuşmaya başlamıştır.

Gelinen noktada İran ekonomisi, devletin baskın olduğu, aşırı düzenleyici çerçeveye sahip, içe dönük ve kapalı, kısıtlı rekabetin olduğu, vergilemenin etkili bir şekilde çalışmadığı, popülizme dayalı sübvansiyonların yaygın bir şekilde bulunduğu, çevre sorunlarını umursamayan ve iyi yönetemeyen, petrol gelirlerine aşırı bağımlı, düşük faktör verimliliğine sahip bir ekonomik görünüm sunmaktadır.


Direniş Ekonomisi

Ahmedinejad Döneminde değerli tutulan Riyal sonucunda İran ekonomisinde ihracatçılar rekabet edememiş, ucuz ithalat kapıları sonuna kadar açılmıştır. Bu durum, petrol fiyatlarının yüksek olduğu Ahmedinejad’ın ilk görev döneminde herhangi bir sorunla karşılaşılmasına olanak vermemiş, petrol fiyatlarının düşmeye başladığı ikinci görev döneminde ise ülkede özellikle temel malların fiyatlarının yükselişinden dolayı eylemlere rastlanmış, enflasyon hızlı bir şekilde yükselmiştir. Bu dönemde ayrıca İran’ın nükleer politikalarından dolayı karşılaştığı yaptırımlar neticesinde petrol satışlarında yarıya yakın azalma olmuştur. Ortadoğu’da Arap Baharı olarak nitelenen eylemlerin de başlaması neticesinde, İran’daki rejim kendisini tehdit altında hissetmiş ve Dini Lider Hamaney tarafından ekonominin yönetimine yeni bir doktrinle el konulmuştur. Direniş Ekonomisi olarak adlandırılan bu doktrinin, kültürel, politik, sosyolojik ve ekonomik ayakları içiçe geçmiştir.

Kültürel bağlamda İranlı yöneticiler Batı’nın ekonomik yaptırımlarını, İran toplumunu batılılaştırmak ve rejimi yıkmak için kullandığını değerlendirmektedir. İranlı yöneticiler, ABD’nin Ortadoğu’daki masraflı olan geleneksel savaşlar yerine yumuşak savaş olarak değerlendirdikleri yeni bir savaşı başlattığına ve İran’ı hedef aldığına inanmaktadır. Kültürel NATO olarak ifade edilen bu savaşın İran’ın dini, ahlaki ve milli değerlerine saldırı mahiyetinde olduğu ifade edilmektedir. Ekonomik bağlamda ise, Batı’nın yaptırımları ve küresel ekonomideki şok ve krizlerden ari bir ekonomik modelin hayata geçirilebileceğine inanılmaktadır. Bu durumun neticesinde ilan edilen Direniş Ekonomisi kapsamında İran’da ekonominin ulusal güvenlik doktrinine boyun eğen bir şekilde yapılanması sağlanmıştır. İranlı yöneticiler aynı zamanda Direniş Ekonomisi doktrinini dış politikadada önemli bir araç olarak görmekte, ABD’nin hegemonyasının zayıfladığına ve 2030 yılı itibariyle çökeceğine, İran’ın bölgesel bir hegemon olarak bu süreçte yerini alacağına, bu amaca erişmek için ise ekonomik fedakarlıklar yapılarak belirli bir süre dayanılması gerektiğine inanmaktadır.

Ahmedinejad’ın sorunlarla dolu bir şekilde bıraktığı ekonomik mirasın ardından seçilen Ruhani ile Devrim Rehberi Hamaney’in Direniş Ekonomisi doktrininde uzlaştığı görülmektedir. Devlet aygıtının da bu doktrini sonuna kadar sahiplendiği gözlenmektedir. Ruhani ve Hamaney’in Batı sermayesinin ülkeye girişi, Dünya Ticaret Örgütü üyeliği, Nükleer Anlaşma gibi bazı konularda farklı düşüncelere sahip olduğu, Ruhani’nin daha liberal politikaları benimsediği bilinse de, ilk aşamada Ruhani’nin Nükleer Anlaşma’yı imzalayarak ekonomiye bir nefes aldırdığı, sonraki aşamada ise ABD’nin Nükleer Anlaşma’dan çekilmesi sonucunda ekonomide daha şahin kanat olarak nitelenen grubun yönetimi ele aldığı görülmektedir.

Oldukça hacimli bir metin olarak paylaşılan Direniş Ekonomisinde, dış politika, işsizlikle mücadele, enerji sübvansiyonlarının azaltılması, medya, internet, kültür, ekonomi, yolsuzluk gibi farklı başlıklar bulunmaktadır. Bu başlıklar, Şii inancındaki direniş ile ilişkilendirilmekte ve halkın bilincinde entelektüel ve duygusal çağrışımlar yapmaktadır. Örneğin, geleneksel olarak İran’da Devrim’den bu yana eleştirilen materyalist tüketici kültürü yerine, İran toplumunun Batı değerlerine üstünlüğünü  vurgulayan ruhani yaklaşımlar ön plana çıkarılmaktadır.
Direniş Ekonomisi doktrininde, ekonomik bağlamda başta gıda ve ilaçta kendine yeterlilik ile ülke içi üretimi artırmak, sanayiyi çeşitlendirmek, petrol dışı ihracatı geliştirmek, yolsuzlukla mücadele etmek öne çıkarılmaktadır. Dış politika bağlamında ise, Rusya ve Çin ile ilişkileri derinleştirmek, enerji sektörüne yeni yatırımlar çekebilmek, Batı dışında enerji ihraç pazarları bulabilmek, İran’ın kendisini güvenilir bir enerji tedarikçisi olarak konumlamak, çok kutuplu dünyada İran’ı İslam dünyasında bir kutup haline getirmek gibi unsurlar bulunmaktadır.

ABD’nin Nükleer Anlaşma’dan çekilmesi sonrasında ekonomide devlet ve uzantılarının payı artmaya, reformcular güç kaybetmeye devam etmektedir. Devrimin 40. Yılına ilişkin rejimin propagandaları incelendiğinde, örnek bir propaganda afişi Direniş Ekonomisi’nin yaklaşımını yansıtmaktadır: “Bugün, Dünya’da hiçbir ülke İran kadar bağımsız değildir.” Ayrıca, tüm devlet kurumlarının girişinde ülke içi üretimi artırmaya ilişkin afişler yer almaktadır. İran’ın birçok yönden bağımlılıkları, ekonomik yapısındaki sorunları, dünya güç dengesine ilişkin gerçekten çok niyet okumaya dayalı değerlendirmeleri  birlikte incelendiğinde, Direniş Ekonomisi’nin hedeflerinin gerçekleşmesinin oldukça zor olacağı görülmektedir.


İran Ekonomisindeki Başlıca Aktörler

İran’ın özel sektörü ülke ekonomisinin yalnızca %20’sini temsil etmektedir. Özellikle de Aghazadeh-ha olarak bilinen (din adamlarının ve üst düzey yetkililerin oğulları), ekonominin kazançlı alanlarında (özellikle belirli malların ithalatı) tekelleri ellerinde tutmaktadır. Özel sektör ekonomiye hâkim olan devlet ve yarı-devlet şirketleri ve bonyad olarak bilinen dini vakıflarla rekabet etmekte güçsüz durumdadır.  Yerel malların kalitesi düşük olup yabancı ürünlere karşı zorlukla rekabet edebilmektedir.

Ülkenin 2018 yılındaki petrol dışı ihracatındaki ürünler incelendiğinde ise, petrokimya ürünlerinin 14 milyar Dolar; metal ürünlerinin 6,8 milyar Dolar; çelik ürünlerinin 3.7 milyar dolar; gaz kondensatörlerinin 5 milyar Dolar olduğu görülmekte ve bu sektörler İran’ın toplam ihracatının %59’unu oluşturmaktadır. Devlet tekelindeki petrol ihracatı da eklendiğinde, bu rakamlar ülkenin ihracatındaki ürünlerde, devlet destekli projelerin payının oldukça büyük olduğu ve özel sektörün hala İran’ın dış ticaretindeki payının kısıtlı olduğunu göstermektedir.

Bonyad olarak bilinen ve devrimden sonra kurulan vakıflar devlet dışı yapılar olsalar da, tamamen dini liderin kontrolü altında faaliyet göstermektedir. Ülkedeki sosyal hizmet politikalarından sorumlu yapıların yanında faaliyet gösteren bonyadların büyük ölçeklilerinin sayısının 120 civarında olduğu, geniş ölçekli sübvansiyonlar ve bağışlar aldığı bilinmektedir. Şii inancına göre humus vergisi olarak inananların gelirlerinin 1/5’ini taklit mercilerine bağış yapmaları gerekmekte olup, bu bağışlar vergiden muaftır. Bonyadlar ekonominin her alanında soya fasülyesi üretiminden pamuk çiftliklerine, otomobil ve içecek üretimine, otel işletmeciliğine kadar çok farklı alanlarda faaliyet göstermektedir. Bonyadlar İran muhasebe gözetim sisteminden de muaftır. Bonyadlar binlerce insan çalışan devasa holdingler olarak görülmesi gereklidir. Örneğin, dini lidere bağlı Setad olarak bilinen bir yapının 95 milyar dolar malvarlığının olduğu ifade edilmektedir.

İran Devrim Muhafızları Ordusu’na (DMO) ve Bonyadlara bağlı ticari kuruluşlar, vergi muafiyeti, uygun döviz kurlarında yabancı para birimlerine kolay erişim ve kazançlı devlet sözleşmeleri gibi birçok ayrıcalıktan yararlanmaktadır. Kültürel, ekonomik ve siyasi alanda DMO, seçilmiş hükümeti büyük baskı altına alabilecek güçte olup, zaman zaman bu gücünü kullanmaktadır. DMO’nun İran ekonomisinin 1/3’üne hükmettiği değerlendirilmektedir. DMO’nun 100’den fazla şirketi bulunmakta ve yıllık 12 milyar Dolarlık gelir elde etmektedir. Petrol Bakanlığı tarafından DMO’ya sözleşmesiz ihaleler verilmektedir. Yanı sıra, telekomünikasyon, araç üretimi, yol, köprü, enerji projeleri geliştirilmesi, sağlık gibi birçok alanda da DMO’nun yatırımı vardır. DMO’nun ayrıca sınır kapılarında da görevli yapı olması nedeniyle ülkedeki kaçakçılıkta da payı olduğu ifade edilmektedir. DMO mensupları; paramiliter topluluk Besic; şehit ve gazi ailelerinin eğitim olanakları ile mesleki ve finansal imkanlara erişimi kolay ve ayrıcalıklıdır. Din adamları ise hükümetteki önemli pozisyonlarda bulunmakta, dini vakıfları yönetmekte, kendi adli yargı sistemlerine sahip bulunmaktadır.

Tüm bunların neticesinde İran’da genel olarak ekonomiyi devletin, %40’ını doğrudan, %40’ını ise “Bonyad” olarak adlandırılan dini liderlik makamına karşı sorumlu bir tür İslami esaslı vakıflar aracılığı ile elinde tuttuğu söylenebilir. Kalan %20’lik kesim ise, siyasal yelpazede muhafazakâr olarak tanımlanabilecek bir noktada duran İran özel sektörünün (bazaar) elindedir. Ülkede otomobil, doğalgaz ve petrol gibi verimli dış ticaret anlaşmaları siyasi elite yakın bir grup ve kişinin denetimi altındadır. Özel sektör kuruluşları yalnızca bu kurum ve kişiler tarafından ele alınmayan konularda çalışabilmektedir.

1979 Anayasası devlet, kooperatif ve özel sektörden oluşan ekonomik bir altyapı oluşturmuş durumdadır. Mali harcamaların yaklaşık %80'i devlet ve devlete ait işletmeler tarafından gerçekleştirilmektedir. Devlet işletmelerinin sahip olduğu geniş tekeller, özel şirketlerin serbestçe hareket etmesini ve gelişmesini engellemektedir. Sürmekte olan özelleştirme süreçleri, birçok devlet şirketinin piyasa fiyatlarının altında yönetici seçkinlere yakın olan kişilere satılmasını bereberinde getirmekte ve bu durum özelleştirme süreçlerinin halk nezdinde meşruiyetinin de zarar görmesini beraberinde getirmektedir. İran'daki özel girişimler, piyasada yer almak için güçsüz olduklarını düşünmekte; üretimden ziyade ranta dayalı bir yapıyı tercih etmektedir. Bu durum ayrıca orantısız bir şekilde hizmet sektörünün ekonomik yapıda öne çıkmasını neden olmaktadır.

İran’da 2013 yılında Cumhurbaşkanı seçilen Hasan Ruhani önderliğinde reformcuları, demokratikleşme ve serbest piyasa ekonomisine yönelik kademeli bir ilerleme için uzun vadeli stratejik hedefleri takip etmekte olduklarını belirtmektedir. Seçim kampanyası sırasında Ruhani, orta ve uzun vadeli politika hedefleri olarak kabul edilen önemli ekonomik, sosyal ve siyasi meselelerde referandum çağrısında bulunmuştur. Ancak, İran’ın merkezi kuruluşlarından yalnızca birkaçı hukukun üstünlüğüne dayanan liberal demokrasi kavramını desteklemektedir. Ruhani’nin belirttiği reform süreçlerinin başarılı olabilmesi için Ayetullah Hamaney başkanlığındaki teokratik yapının çıkarlarına uyması gerekmiş, bunun neticesinde reform çalışmaları istenen mahiyette olamamıştır. Bu nedenle, “reformist” teriminin, sınırlarının teokratik devlet tarafından çizilen bir bağlamda düşünülmesi gerekmektedir. İranlı reformistlere göre, reformlar iç politikaların gevşetilmesi ve serbestleşmesine, daha özgür bir sivil toplum, basın özgürlüğü ve düşünce özgürlüğüne eşittir. İran’ın reformcuları genel demokratik değerler ve normların yerleşmesinden ziyade, İran bağlamına uyacak bir reformu savunmaktadır. Ayrıca, Rafsanjani’nin Ocak 2017’deki şüpheli ölümüyle birlikte reformcular en önemli destekçilerini kaybetmiştir. Reformcuların bazıları piyasa ekonomisinin prensiplerine inanmasına rağmen, teokratik devlet ve güvenlik elitinin resmi ve fiili veto yetkileri ile ekonomik sistemdeki nepotism ve kleptokratik ağlar nedeniyle reformları yapabilecek esneklikten yoksundur.

İran'daki reformun gerçekleşmesini önleyen teokratik din devleti ve güvenlik aygıtı, ekonomik kaynaklara ve ülke içindeki farklı silahlı güçlere hakimiyetleri nedeniyle güçlü durumdadır. Muhafazakar İslamcılar, şahin kanadın temsilcileri, DMO, Besic milisleri, dini liderin temsilcileri ve takipçileri, Cuma İmamları, din adamları ile dini kurum ve vakıflar İslami tutumları teşvik etmekte ve reform politikalarının istenen noktaya gelmesini engellemektedir. Üyeleri doğrudan vatandaş tarafından serbestçe seçilen kent konseylerinde liberal ve reformist isimler ağırlıktadır. Reformcular aynı zamanda parlamentoda göreceli çoğunluğa sahip olmasına rağmen şahin kesimle yüz yüze bir karşılaşmadan çekinmektedir. Ayrıca, reformcu kanadın ülke güç dengesinin bir parçası olarak kalmak istediği görülmektedir. Bu nedenle, reformcular ile muhafazakarlar arasında ülkedeki rejim bağlamında açık ve temel bir ayrımın bulunmadığı görülmektedir.


Devlet Bütçesinin Oluşumu ve Dağılımı

İran’da devlet bütçesi devlete ait şirketler de işin içine katıldığında yaklaşık 260 milyar dolarlık hacmiyle ekonominin %60’ını kapsamaktadır. Hükümetin uzun yıllardır kronik bütçe açıkları sorunu vardır. Özellikle yaptırımların sıkılaştığı dönemlerde Hükümetin bütçe açıklarının çok yüksek düzeylere çıkabildiği, kimi durumlarda neredeyse kamu çalışanlarının maaşlarını ödemeyecek duruma geldiği bilinmektedir.

2019 yılında devlete ait işletmeler çıkarıldığında İran bütçesinin 38,76 milyar Dolar olduğu, bir önceki yıla göre %5,44’lük bir artış anlamına geldiği görülmektedir. Bütçede kamu kurum ve kuruluşlarının sağladığı hizmetlerden elde edeceği gelir 6,75 milyar Dolar olarak öngörülmüştür. Devlete ait banka, şirket ve fabrikaların 121,33 milyar Dolarlık bir bütçeye sahip olması beklenmektedir. Bu rakam, bir önceki yıl 79,9 milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir. Hükümet, petrol, gaz ve gaz kondensatörleri ihracatından elde edilecek geliri 13,04 milyar Dolar olarak öngörmüştür. Hükümetin petrol dışındaki gelirleri ise 19,8 milyar Dolar olarak öngörülmüştür. Bu rakamın içinde vergilerin payı 14,57 milyar Dolar, hazine bonolarının payı 4,85 milyar Dolar olarak belirlenmiştir.

Hükümetin harcamalarında ise en önemli gider kalemlerini operasyonel giderler oluşturmaktadır. Bütçenin içindeki en önemli giderleri sosyal güvenlik ödemeleri, askeri harcamalar, eğitim harcamaları oluşturmaktadır. Kamu çalışanları maaşları 9,06 milyar Dolar olarak öngörülmüştür. Devletin alacağı mal ve hizmetlerin bedeli olarak 2,22 milyar Dolar, mülkiyet ve varlıklara ilişkin harcamalarda 1,81 milyar Dolar, nakit sübvansiyonlar için 1,1 milyar Dolar, hibeler için 616,19 milyon Dolar, sosyal güvenlik harcamaları için 11,61 milyar Dolar, diğer harcamalar için ise 5,84 milyar Dolar öngörülmüştür. Kamu çalışanlarının maaşlarına ise, %20’lik bir artış planlanmıştır.

2018 yılında ABD’nin yaptırımlarının yeniden başlamasıyla beraber petrol satışında yaşanan sorunlar bütçe açıklarının da artmasını beraberinde getirmeye başlamıştır. Bütçe açıkları sorununun üstesinden gelmek için Merkez Bankası Başkanı tarafından yapılan açıklamada, petrol satışı için yeni yollar bulunması; hazine bonoları basılması ve Ulusal Kalkınma Fonu’ndan fon alınmasının bütçe açığının giderilmesi için kullanılacak yollar olduğu belirtilmiştir.

İran’da birbirini takip eden hükümetlerce sıkça bütçenin petrol gelirlerine bağımlı olmaktan kurtarılması için çalışmalar yapılacağı açıklanmaktadır. 2019 yılında da petrol gelirlerinin bütçedeki payı %36 olarak planlanmıştır. Toplamda serbest piyasa kurundan hesaplanınca 10 milyar Dolarlık petrol gelirinin elde edileceği hedeflenmektedir. İran’ın bütçe hesaplamaları yapılırken günde 1,5 milyon varil petrol satışı gerçekleştireceği öngörülmüştür.

Merkez Bankası Başkanı tarafından bütçe açıklarının giderilmesi için kullanılacağı açıklanan ikinci yöntem hazine bonoları basmak olarak açıklanmıştır. Meclis Araştırma Merkezi tarafından yapılan bir çalışmada, petrol satışları olmadan bu yılki bütçe açığının 8 milyar Dolar civarında olacağı belirlenmiştir. İran Merkez Bankası’nın açıkladığı verilere göre, bu yılın ilk 7 ayında toplamda 5,3 milyar Dolarlık bir bütçe açığı oluşması öngörülmekte olup, bu rakamın İran’ın tarihi rekoru olduğu bildirilmektedir. Hükümetin hazine bonoları yanında İslami finansal bonoları da satışa çıkaracağı belirtilmiştir.

Bütçe açığının finansmanın üçüncü yöntem olarak ise, İran Ulusal Kalkınma Fonu’ndan para çekmek olarak açıklanmıştır. Adıgeçen Fon, petrol, doğalgaz ve petrokimya ihracatından elde edilen gelirin %20’sinin bu fona aktarılmasıyla oluşmaktadır. Fonun toplam büyüklüğünün 60 milyar Dolar civarında olduğu belirtilmektedir. 2019 yılı Mart ayında Fon’a aktarılacak petrol gelirinin %20’den %14,5 düşürülmesi kararlaştırılmıştır. Fonun belirli bir süreliğine de olsa bütçe açıklarının giderilmesinde katkı sunabileceği değerlendirilmektedir.

Hükümet tarafından nakit sübvansiyonları alanların desteklerinin önemli bir kısmının kesileceği, bu yıl içinde destekleri kesilen kişilerin 34 milyon kişiye ulaşacağı, desteklerin kesilmesiyle elde edilecek tasarrufun 4,47 milyar Dolar olacağı ve bunun da halka harcanağı belirtilmiştir.

Hükümetin petrol satışındaki dramatik düşüşle baş etmeye çalışmada belirlediği stratejilerden birisi ise, oldukça tartışmalı olan enerji sübvansiyonlarını azaltmaya çalışmak olmaktadır. Bu doğrultuda, enerji fiyatlarına yüksek zamlar yapılması planlanmaktadır. Bütçede Hükümetin yapacağı zamlarla 4,14 milyar Dolarlık bir gelir elde edilmesi öngörülmektedir. Benzin fiyatlarının litre başına 10.000 Riyalden 15.000 Riyale, mazot fiyatlarının ise 3.000 Riyalden 4.000 Riyale çıkarılması hedeflenmektedir. Halen %45’ler oranında seyreden enflasyona bu artışların da önemli bir etkide bulunması ve enflasyonu %10 artırması beklenmektedir.

Hükümetin vergi gelirlerinde de %16,8’lik bir yükselişi hedefleyerek 2019 yılında 10,14 milyar Dolarlık bir vergi gelirine ulaşmayı planladığı görülmektedir. İthalat vergilerinde de 1,44 milyar Dolarlık bir vergi beklentisi vardır. Sigara satışlarından ise 37,85 milyon Dolarlık bir gelir hedefi bulunmaktadır. Yurtdışı çıkış harçlarından ise Hükümetin gelir beklentisi 57,14 milyon Dolardır.

İran’da bütçe açıklarının geçmişi incelendiğinde rejimin popülist yapısından dolayı operasyonel giderleri azaltamadığı, bu giderlerin finansmanı için yıl içinde yatırım için öngörülen bütçeden para aktarılmasını sağladığı, bu nedenle de yeterli oranda altyapı ve yenileme yatırımı yapamadığı görülmektedir. Ayrıca, verimsiz kamu şirketlerinin zararlarının yaygınlığı, vergi yapısının oturtulamaması ve bütçe gelirlerinin petrole bağımlı yapısından çıkarılamaması bütçe açıklarının diğer nedenleridir. Tüm bu sebeplerle, ülkenin sık sık karşı karşıya kaldığı siyasi krizler ve enerji fiyatlarındaki dalgalanmalardan dolayı da önümüzdeki yıllarda kronik bütçe açıklarıyla karşılaşmaya devam edeceği tahmin edilmektedir.

 

Tablo 2. 1398 Yılı (21 Mart 2019- 20 Mart 2020) İran Bakanlıklar ve Önemli Kuruluşların Bütçesi (Milyon Riyal)

BİRİM ADI GİDERLER SERMAYE MALI VARLIKLAR TOPLAM
1.Cumhurbaşkanlığı 6.524.152 328.00 6.852.152
2. Dışişleri Bakanlığı 21.817.860 4.846.702 26.664.562
3. İçişleri Bakanlığı 2.629.010 7.207.609 9.836.619
4. Savunma ve Silahlı Kuvvetleri Destekleme Bakanlığı 76.972.951 4.386.253 81.359.204
5. Kooperatif, Çalışma ve Sosyal Refah Bakanlığı 431.465.293 817.161 432.282.454
6.Sanayi, Maden ve Ticaret Bakanlığı 8.243.381 14.341.600 22.585.981
7.Ekonomik İşler ve Maliye Bakanlığı 21.194.216 113.000 21.307.216
8.Petrol Bakanlığı 1.000.124 341.000 1.341.124
9. İstihbarat Bakanlığı 62.008.301 50.000 62.058.301
10. Enerji Bakanlığı 6.973.921 91.162.565 98.136.486
11. Bilim, Araştırma ve Teknoloji Bakanlığı 984.000 1.796.617 2.780.617
12. Eğitim Bakanlığı 457.421.664 891.675 458.313.339
13.Tarım Seferberliği Bakanlığı 5.438.898 16.557.149 21.996.047
14. Sağlık, Tedavi ve Tıbbi Eğitim Bakanlığı 142..010.822 3.595.338 145.606.160
15. İletişim ve Enformasyon Teknolojisi Bakanlığı 7.688.380 30.120.080 37.818.460
16. Adalet Bakanlığı 5.384.991 272.790 5.657.781
17. Kültür ve İslami İrşad Bakanlığı 12.535.960 2.326.200 14.862.160
18. Yol ve Şehir Planlama Bakanlığı 6.857.236 91.266.465 98.123.701
19. Spor ve Gençlik Bakanlığı 6.976.108 5.750.550 12.726.657
20. İran Nizami Ordu Genel Kurmaylığı 126.448.390 334.000 126.782.390
21. Devrim Muhafizları Ordusu Genel Kurmaylığı 221.548.684 100.000.000 321.548.648
22. İan Nükleer Enerji Kurumu 2.939.563 7.254.805 10.194.368
23. İran Standart  Kurumu 2.394.063 558.580 2.952.643
24. Çevre Koruma Kurumu 1.476.353 2.536.130 4.012.483


 

Tablo 3. 1398 Yılın Ülke Bütçe Özeti (Milyon Riyal)

GELİRLER GİDERLER
 Gelirler 2.389.829.151 Harcamalar 3.523.759103
Yatırım amaçlı mal varlıklarının devredilmesi 1.585.232.001 Yatırım amaçlı mal varlıkların edinmesi 668.572.656
Malı varlıklarının devredilmesi
 
510.750.002 Malı varlıklarının edinilmesi 293.479.395
Kamu Kaynakları Toplamı
 
4.485.811.154 Kamu Harcamları  Toplamı 4.485.811154
 
Hükümetin Özel Gelirleri
714.272.498 Hükümetin Özel Gelirleri -Harcama için 577.805.640
Hükümetin Özel Gelirleri - Yatırım için 136.466.858
Hükümetin Kamu Kaynakları 5.200.083.652 Hükümetin Kamu Harcamaları
 
5.200.083.652
Devlete ve Bankalara bağlı Kamu Şirketleri ve Kurumlarının Kaynakları
 
12.771.433.156 Devlete ve Bankalara bağlı Kamu Şirketleri ve Kurumlarının Harcamaları 12.771.433.156
Toplam 17.971.516.808 Toplam
 
17.971.516.808
İki kere kayda geçen rakamlar toplamdan düşürülecektir 528.356.578 İki kere kayda geçen rakamlar toplamdan düşürülecektir 528.356.578
Ülke Bütçe Kaynakları 17.443.160.230 Ülke Bütçe Harcamaları 17.443.160.230


 

Tablo 4. İran Hükümetin 1398 Yılının (21 Mart 2019 - 20 Mart 2020) Gelirleri ve Harcamalarının  Özeti (Milyon Riyal)

GELİR KAYNAKLARI
Gelirler 2.389.829.151
Birinci Bölüm : Vergi gelirleri 1.725.367.502
İkinci Bölüm   : Özel yardımlar kaynaklı gelirler 0
Üçüncü Bölüm : Hükümet mülkiyetinden kaynaklanan gelirler 275.235.500
Dördüncü Bölüm: Mal ve hizmet satışlardan kaynaklanan gelirler 102.128.870
Beşinci Bölüm : Cezalardan  kaynaklanan gelirler 82.245.650
Altıncı Bölüm : Diğer gelirler 204.851.629
GİDERLER
Harcamalar 3.523.759103
Birinci Fasıl : Memurların Hizmet Karşılığı 975.462.599
İkinci Fasıl   : Mal ve Hizmetlerin kullanılması 253.706.310
Üçüncü Fasıl : Mal varlıkları 1.139.888
Dördüncü Fasıl: Nakit sübvansiyon 116.684.061
Beşinci Fasıl : Karşılıksız yardımlar 72.367.818
Altıncı Fasıl  : Sosyal Refah 1.279.280.970
Yedinci Fasıl : Diğer masraflar 825.117.457
Denge -1.133.929.952

 

İRAN EKONOMİSİNDEKİ YAPISAL SORUNLAR

Devletin Ekonomideki Baskınlığı

Ülkenin 2018 yılındaki petrol dışı ihracatındaki ürünler incelendiğinde ise, petrokimya ürünlerinin 14 milyar Dolar; metal ürünlerinin 6,8 milyar Dolar; çelik ürünlerinin 3.7 milyar Dolar; gaz kondensatörlerinin 5 milyar Dolar olduğu görülmekte ve bu sektörler İran’ın toplam ihracatının %59’unu oluşturmaktadır.
 
Devlet tekelindeki petrol ihracatı da eklendiğinde, bu rakamlar ülkenin ihracatındaki ürünlerde, devlet destekli projelerin payının oldukça büyük olduğu ve özel sektörün hala İran’ın dış ticaretindeki payının kısıtlı olduğunu göstermektedir.
 
Mali harcamaların yaklaşık %80'i devlet ve devlete ait işletmeler tarafından gerçekleştirilmektedir. Devlet işletmelerinin sahip olduğu geniş tekeller, özel şirketlerin serbestçe hareket etmesini ve gelişmesini engellemektedir.

 

Sübvansiyonlar ve Popülist Ekonomi Politikaları 

İslam Devrimi’nden bu yana İran’da sosyal eşitlik mottosuyla hayata geçirilmiş popülist bir ekonomi politikası uygulanmaktadır. Rejimin üretimden önce bölüşüme odaklanan yapısı sübvansiyonların kalıcı olmasının ana nedenidir. Bu politika uyarınca, halkın büyük bir kesimine farklı dönemlerde değişik uygulamalarla temel mallar veya enerji tüketiminde sübvansiyonlar sağlanmaktadır. Bu sübvansiyonlar doğrudan mal ve hizmet yardımları veya nakit şekilde olabilmektedir. Örneğin ekmek, pirinç, şeker, yemeklik yağ, peynir, et gibi ürünlere bütçeden yılda ortalama 6,5 milyar Dolar ayrılmaktadır. Su, elektrik, telefon, şehiriçi ulaşım gibi hizmetlerin ise piyasa fiyatının altında sağlandığı görülmektedir.

Petrol ve doğalgazda sağlanan sübvansiyonun ise bütçeye maliyeti sürekli artmaktadır. Örneğin, Uluslararası Enerji Ajansı’nın raporuna göre 2018 yılında İran, fosil yakıtlara en fazla sübvansiyon sağlayan ülke olmuştur. Rapora göre, İran’ın 2019 yılında fosil yakıtlar için sağladığı sübvansiyon 69,2 milyar Dolar iken, ikinci sıradaki Suudi Arabistan için bu rakam 44,72 milyar Dolar, üçüncü sıradaki Çin Halk Cumhuriyeti için ise 44,44 milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir. İran’ın sağlamış olduğu fosil yakıt sübvansiyonları 2017 yılına göre %42,2 artmıştır. Sübvansiyonlar İran’ın GSMH’nın %15,3’üne; dünyadaki toplam enerji sübvansiyonlarının ise %16’sına tekabül etmektedir. 2018 yılında İran’da satılan fosil yakıtların %79’u sübvanse edilmiştir. Bu rakam kişi başına 844 Dolar fosil yakıt sübvansiyonuna eşdeğerdir. 2018 yılında İran, litre başına 0,3 cent ile dünyadaki en ucuz benzin sağlayıcı ülke olmuştur.  İran’ın enerjide sağladığı sübvansiyonlar doğalgaz için 26 milyar Dolar, fosil enerji kullanılarak üretilen elektrikte 16,58 milyar Dolar, benzinde ise 26,57 milyar Dolardır.

Bu sübvansiyonlar hükümet için neredeyse esnek olmayan (inelastik) bir yapıya bürünmüş olup, kaldırılması veya tarife değişikliklerine ilişkin tasarıların gündeme gelmesi bile halk nezdinde önemli tepkileri beraberinde getirmektedir. Bunların yanı sıra, Ahmedinejad Döneminde başlatılan nakit ödenen sübvansiyonlar da bulunmakta olup, nakit ödenen sübvansiyonların Ruhani Hükümeti tarafından enflasyon karşısında zaman içinde eritilmeye çalışıldığı görülmektedir.

Popülist bir demagoji ile iktidara gelen Ahmedinejad Dönemi’nde seçim çalışmaları esnasında devletin petrol gelirlerinin halka sübvansiyon şeklinde dağıtılacağı vaatleri verilmiştir. Seçilmesinin ardından Ahmedinejad tarafından başlatılan uygulama ile her haneye kişi başına 455.000 İran Riyali olacak şekilde ödeme yapılmaya başlanmıştır. Bu rakam, o dönemde asgari ücretin 1/11’dir. Yükselen petrol gelirleri nedeniyle bu dönemde ilk aşamada sorun yaşanmamış, yılda 25 milyar Dolarlık meblağın İran halkına sübvansiyon olarak dağıtılması sağlanmıştır. İran Riyalinin zaman içinde dramatik düşüşler yaşaması ve verilen sübvansiyonların aynı kalması nedeniyle İran Devlet bütçesi içindeki nakit ödenen sübvansiyonların payı 3 milyar Dolar civarına düşmüştür. 2019 yılı itibariyle verilen sübvansiyonun asgari ücretin 1/30’una düştüğü görülmektedir.

İran’da hükümet tarafından sağlanan tüm sübvansiyonların uygulanmaması halinde 90-110 milyar Dolar arasında ekonomik değer oluşturulabileceği ifade edilmektedir. Bu rakam, toplam GSMH’nın %20’sine eşittir. Uygulanan sübvansiyonlar neticesinde, İran’ın suda dünya ortalamasının %70’i, petrol ve doğalgazda ise dünya ortalamasının altı katı daha fazla tüketim eğilimi olduğu belirtilmektedir. Basına yansıyan bir haberde, İran’ın ülkemizin on katı akaryakıt tükettiği İranlı yetkililerce ifade edilmiştir.

Sübvansiyonların bir diğer etkisi ise enerji tüketiminin verimsiz ve israfa yol açan bir şekilde olmasıdır. Rafineriler ve enerji yoğun sanayilerin dünya standartlarının iki-üç katı enerji tüketimi olduğu ifade edilmektedir. İran’daki enerji tüketiminin OECD üyeleri ortalamasının yedi katı olduğu belirtilmektedir. İran’da enerji verimliliğine ilişkin yapılan bir çalışmada, binaların yalnızca %3’ünde ısı yalıtımı olduğu belirlenmiştir. Resmi rakamlara göre, enerji israfının İran’a maliyeti yılda 30 milyar Dolar civarındadır.

2010 yılında çıkarılan bir yasayla, dünya piyasasından %25 daha düşük bedelle halka sunulan petrol, doğalgaz, su, vb. sübvansiyonlara beş yıllık bir süre içinde kademeli olarak son verilmesi, daha önce uygulanan mal ve hizmet yardımlarının indirimli fiyattan halka sunulması gibi uygulamaların bitirilmesi, gereksiz enerji tüketiminin önlenmesi, enerji verimliliğinin sağlanması, sanayi ve teknolojik altyapının yenileştirilmesi, petrol kaçakçılığıyla mücadele edilmesi, ülkenin ithal ettiği petrol ve doğalgazın azaltılması, daha eşitlikçi bir toplum oluşturulması gibi hedefler konulmuştur. Çıkarılan yasada ayrıca, sübvansiyonların kaldırılmasıyla elde edilecek gelirin tüketicilere diğer bazı giderleri için nakit olarak ödeneceği, %30’unun enerji yoğun sektörlerde inovasyonun gelişmesi için kullanılacağı, diğer %20’lik gelirin, programın uygulanması için yapılacak operasyonel giderlerde kullanılması amacıyla hazineye aktarılacağı belirtilmiştir.

Yasanın uygulanmasında ilk günden itibaren sorunlar başlamıştır. Sübvansiyonlardan varlıklı kesimlerin yararlandırılması, gelir düzeyi düşük kişilere yardım sağlanması amaçlanan çalışmalardan istenen sonucun alınamaması beraberinde getirmiştir. Ruhani Hükümeti tarafından yapılan çalışmalarda varlıklı kesimlerin sistemden çıkarılacağı belirtilmiş, bu durum Meclis’te ve kamuoyunda önemli tartışmalara neden olmuştur. Hükümet tarafından yapılan çalışmalar sonucunda ilk yıl yalnızca 77 bin kişi sistemden çıkarılabilmiştir. Daha sonraki açıklamalarda sıklıkla, mali durumu iyi olan kişilerin kendilerini sistemden gönüllü olarak çıkarmalarının milli bir görev olduğu belirtilmiştir. Meclis’te 2014 yılı bütçesinde yapılan görüşmelerde, nüfusun %30’unun sübvansiyon almaktan çıkarılacağı kararı alınmış, bu karar sözde kalmış ve uygulamaya geçirilememiştir. İran’da bireysel gelir hesaplamasına ilişkin etkili çalışan bir sistemin olmaması, sübvansiyonları kesilecek kişileri belirlemeyi imkansız kalmıştır. Kamuoyunda ayrıca, ülke kaynaklarında zenginlerin de payı olduğunu ve herkese eşit dağıtılmasını iddia eden fikirlere de rastlanmıştır. Takip eden yıllarda tam rakam söylemek mümkün olmasa da, Yönetim ve Planlama Örgütü tarafından 20 Ocak 2017 tarihine kadar 4.853.386 kişinin sübvansiyon almaktan vazgeçtiği belirtilmiştir.

Yasanın hedeflediği sosyal adalet, çevrenin korunması, ekonomik verimliliğin artırılması gibi hedeflerin hiçbirine ulaşılamadığı görülmektedir. Yasanın çıkmasından itibaren doğalgaz ve benzin kullanımı ilk aşamada azalmış, sonraki dönemde ise yasanın çıkmasından önceki döneme paralel bir seyir izlemiştir. Enerji verimliliğinde bir gelişme olmadığı gibi, çevre koruma alanında İran’ın hızla gerilediği uluslararası raporlara yansımıştır. Netice olarak, sosyal eşitlik ve popülist söylemlerle gelen sübvansiyonlar, sonraki dönemde yapılan iyileştirme çalışmalarının sonuç vermemesi nedeniyle İran bütçesinin sürekli açık vermesine neden olduğu yapısal bir sorun olarak kalmaya devam etmektedir.


İşgücü Piyasasındaki Katılık 

İran’da işsizlik devrim sonrasından bu yana ülkedeki en önemli gündem maddelerinden birini teşkil etmektedir. 1979 yılında gerçekleşen devrim öncesinde ülkedeki işsizlik rakamları %2,6 gibi düşük rakamlarda iken, bugün bu rakamların en az %12–15 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Ülkede yayınlanan istatistiklerin kuşkulu olması net rakam vermeyi zorlaştırmaktadır. Bununla birlikte, İran’da her yıl 840 bin kişinin istihdam piyasasına katıldığı tahmin edilmektedir.
 
Ülkedeki işsizliğin devrim sonrasında artmasının ana sebebi, Irak’la yaşanan ve 8 yıl süren savaş esnasında İran’ın konvansiyonel silahlardaki zayıflığını insan dalgaları stratejisi denen bir stratejiyle aşmaya çalışmasıdır. Bunun neticesinde yoğun bir vurgu ile doğum oranları artırılmaya çalışılmıştır. Öyle ki, kadın başına doğum sayısının 1979-89 döneminde %6'ların üstüne çıktığı belirtilmektedir. Bu kişilerin 2000'lerin başında işgücüne katılmasıyla birlikte birbirini takip eden hükümetler tarafından yeni iş sahaları açılmasında zorluklar yaşanmıştır. İran’ın işgücüne gerekli istihdamı sağlayabilmesi için yılda %8'lik bir büyüme oranını yakalamasının gerekli olduğu ifade edilmektedir. İran ekonomisi İslam Devrimi’nden bu yana bu büyüme rakamlarına ulaşamadığı gibi, yakın gelecekte de bunu sağlaması mümkün görünmemektedir.
 
İran’daki diğer bir önemli sorun ise, kadınların işgücüne katılımının yüzde 18,4 ile oldukça düşük olmasıdır. Dünya Ekonomik Forumu Küresel Cinsiyet Eşitsizliği raporunda İran 138 ülke arasında 131. sırada yer almaktadır. Üniversite mezunu kadınlarda bu oran daha da yükselmektedir.
 
İran’da üniversiteye devam eden öğrenci sayısı 8 milyondur. Bu üniversitelerin oldukça büyük bir kısmı İslami eğitim vermektedir. Üniversite eğitiminin kalitesi büyük oranda sorgulanmaktadır. Üniversite mezunlarının ülkedeki işsizlikten en çok etkilenen grup olduğu ifade edilmektedir. Öyle ki, İran İstatistik Kurumu’na göre üniversite mezunlarının %43’ü işsizdir. Ülkedeki işsizlerin %76 gibi önemli bir kısmı niteliksiz işgücü olarak nitelendirilmektedir. Tahran Polis İdaresi tarafından yapılan bir açıklamada, Tahran’daki evsizlerin %6’sının üniversite mezunu olduğu belirtilmiştir. Üniversite mezunlarının önemli bir kısmı da diploma sahibi olmasına rağmen diplomasının hakkını verememekle eleştirilmektedir. İran’ın mesleki eğitim sisteminin de iş dünyasının istekleriyle örtüşmediği sıkça vurgulanmaktadır.
 
Ülkedeki işsizlik sorununun kaynağına bakıldığında, devletin ekonomideki payının yüksekliğinin başlıca nedenlerden birisi olduğu görülmektedir. İran’da devlet ve uzantılarının ekonomideki payı %80 civarında olup, bu kuruluşların yatırımları genellikle petrol, doğalgaz, otomotiv gibi büyük ölçekli alanlardadır. Büyük ölçekli yatırımların istihdam yaratma kapasitesi KOBİ’lere nazaran oldukça düşük kalmaktadır. Ekonominin büyüme gösterdiği zamanlarda bile bu büyümenin işsiz büyüme şeklinde gerçekleştiği görülmektedir. Devletin istihdamdaki payı, devrim öncesinde %19 iken, şimdilerde ise oldukça artarak %35'lere çıkmış durumdadır. İran’da devlet fabrikalarında Batı’daki muadillerinin 7 katı personel çalıştığı ifade edilmektedir. İran’daki uzun tatil sürelerinin de işgücünün ve toplam faktör verimliliğinin düşük olmasına neden olduğu belirtilmektedir. Ülkemizde haftasonları dahil yılda 118 gün resmi tatil yapılırken, İran’da bu rakam 174 gündür.
 
Ülkedeki işsizliğin artmasının nedenlerinden biri de, devletin sanayi sektörüne yönelik verdiği krediler ve teşviklerin işgücü istihdamını dışlar mahiyetteki yapısıdır. Devletin vermiş olduğu kredilerdeki faiz oranlarının piyasanın altında konumlandırılması firmalar için istihdamın fırsat maliyetinin daha uygun olmasını sağlamaktadır. İran’ın enerji ve su gibi alanlarda dünyada en fazla teşvik sağlayan ülkelerin arasında yer alması da, istihdam artışının önünde bir engel olarak durmaktadır.Batı’daki muadillerinin ortalama üç katı enerji tüketimiyle çalışan verimsiz işletmeleriyle İran, işgücünü enerji ile ikame etmektedir.
 
İran Dünya Bankası İş Yapma Kolaylığı Endeksi işgücü piyasasının etkinliği kısmında 138 ülke arasında 134. sırada yer almaktadır. Ülkedeki iş kanunu oldukça sert olup, yeni işe alımları caydırıcı mahiyettedir. Kanunda yer alan maaş dışı ödemeler, maaşın ortalama 1,5–2 katına tekabül edebilmektedir. İşten çıkarmadaki zorluklar ve mahkemelerin işçilerin yanında yer alması, özellikleri KOBİ’lerin personel istihdamını kısıtlamakta ve kayıtdışı istihdamı artırmaktadır. Öyle ki, ülkedeki çalışanların 1/3'ünün kayıtdışı istihdam edildiği ifade edilmektedir. Bu durum ayrıca, işgücünün hareketliliğini kısıtlamakta, sektörel sinerji ve inovasyonu engellemektedir.
 
Ülkede Batılı anlamda sendika ve kolektif pazarlık olguları bulunmamaktadır. Bunun yerine, devletin kendisini oldukça pederşahi bir şekilde konumladığı, teokratik korporatist bir yapı vardır. Bu durum da, sendikaların savunacağı istihdam dostu politikalar yerine, ülkenin güvenlikçi politikaları baskınlaştırdığı ağır sanayiye yatırımların artmasını beraberinde getirmektedir. Bu sanayi ise, ülkenin işsizlik sorununu çözebilecek istihdam yaratamamaktadır.

 
Çoklu Döviz Kuru Sistemi, Çift Haneli Enflasyon ve Kronik Devalüasyonlar

İran’da İslam Devrimi’nin olduğu 1979 yılında 1 Dolar yalnızca 70,6 İran Riyalidir. Bugün ise uzun yıllardır sürmekte olan hatalı ekonomi politikaları ve uluslararası alanda yaşanan yalnızlaşma neticesinde yaşanan devalüasyonlar nedeniyle 1 Dolar serbest piyasada 150.000 İran Riyaline eşit hale gelmiştir. Ayrıca İran’da birçok farklı kurun ortaya çıkması da döviz piyasasındaki kronik sorunlardan birisidir.
 
İran’daki döviz kurlarının tarihçesine bakıldığında kötü yönetim, millileştirme, Irak Savaşı’nın yol açtığı tahribat, kuponlama, vb. faaliyetleri neticesinde Irak Savaşı’nın bitmesinin ardından piyasada 12 farklı kurun ortaya çıktığı bir tablo oluşmuştur. Rafsancani döneminde bu kurların sayısı 4’e düşürülmüş, Hatemi döneminde ise 2002 yılında kısa bir dönemliğine de olsa tek kur uygulamasına geçilebilmiştir.
 
1978 yılında 1 Dolar resmi kurdan 70 İran Riyali (IRR), serbest piyasa kurundan ise 100 IRR ile alınıp satılabilirken, 2001 yılında bu rakamlar resmi kurdan 1.750 IRR, piyasa kurundan ise 7.920 IRR olacak şekilde oluşmuştur. Hatemi’nin tek kura geçiş reformu yapmasının ardından ise 1 Dolar piyasada 7.950 IRR olarak fiyatlanmıştır. 2010 yılına kadar resmi kur ve piyasa kuru arasında fark oldukça az olmuş, 2011 yılında ise Ahmedinejad’ın popülist ekonomi politikalarının tıkanması neticesinde İran Riyali, ABD Doları karşısında sert bir düşüş yaşamıştır. Bu dönemde resmi kur 10.540 IRR iken, serbest piyasa kuru 11.740 IRR olmuştur. Bunun sonucunda İran Merkez Bankası tarafından farklı adlar altında döviz tahsis programları başlatılarak tek kur politikasından uzaklaşılmıştır.
 
2012 yılında politik iklimin kötüleşmesi, uluslararası alanda İran’ın nükleer politikasından dolayı yalnızlığı itilmesi gibi nedenlerle döviz kurunda sert dalgalanmalar yaşanmış ve 24 Ocak 2012’de 1 Dolar, 22.000 IRR’ye alınıp satılır hale gelmiştir. Bu dalgalanma esnasında İran Meclisi tarafından yapılan düzenlemelerle, sokakta lisanssız olarak çalışan dövizcilerin faaliyetleri yasaklanmış, İran serbest döviz piyasasına ilişkin yayınlar yapan siteler bloklanmış, lisanslı döviz satıcıları da resmi kurdan döviz satmaya zorlanmıştır. Ayrıca, yargı erki başkanı tarafından da döviz kuru manipülatörleri idamla tehdit edilmiştir. Dalgalanmayı önlemek için atılan bir diğer adım ise, Para ve Kredi Kurulu’nun 25 Ocak 2012’de mevduat faizlerini sabitleyen düzenlemeyi kaldırması olmuş, böylece kamu bankaları ile özel bankalar kendi faizlerini ilan ederek İranlıları birikimlerini riyalde tutması için cesaretlendirmiştir. İran Merkez Bankası’nın ikili döviz kuru yapısını önleyemeyeceğini kabul etmesinin ardından 14 Mart 2012’de zorunlu olmayan malların ithalatı için çalışan döviz bürolarına izin verileceği açıklanmıştır.
 
İran’daki döviz politikalarındaki kronik sorunlar ve yukarıdaki önlemlere benzer önlemlerin tekrar tekrar alınmasının arkasında genel olarak, işsizlik ve enflasyonla ilgili hatalı politikalar, nükleer politikada diretilmesi ve beraberinde gelen uluslararası yalnızlaşma, riyalin değerli tutulmasının hükümetler ve vatandaşlar için prestij unsuru olması, dış baskılar altında hükümetlerin resmi kuru destekleyebileceğine ilişkin inancın kalmaması gibi unsurlar bulunmaktadır. Yanı sıra, özel sektörün kullanabileceği üretim odaklı krediler için mevduat faizlerinin enflasyonun altında kalacak şekilde baskılanması, bütçe açıklarının finansmanı için vergi reformları yapılması yerine bankalardan borçlanılması veya hazine bonolarına yaslanılması, sübvansiyonların bütçe açıklarına yüksek katkısı, yoğun likidite artışı gibi politikalar neticesinde bütçe açıklarının GSMH’nın %4’üne ulaşması gibi nedenlerle ortaya çıkan inatçı bir enflasyon da İran Riyali’nin sürekli olarak değerinin aşınmasına yol açmaktadır.
 
Öte yandan, İran’ın dış ticaretine konu ürünler incelendiğinde elastik olmayan bir yapının bulunduğu; devalüasyonların istenen oranda ekonomideki normalleşmeye katkı sağlayamadığı görülmektedir. Örneğin, İran’ın tükettiği toplam gıdanın %30’u ithalatla karşılanmakta olup, devalüasyonların ticareti azaltıcı etkisi bu bağımlılık neticesinde sınırlı kalmaktadır. Öte yandan, devalüasyonlar ülke içindeki enflasyonu da tetiklemekte, hükümetler tarafından ise zaten yüksek olan enflasyonun daha da artmaması için resmi kurdan daha uygun fiyatlı olacak şekilde döviz tahsisleri yapılarak enflasyonun kontrol edilmesine çalışılmaktadır. Bu uygulama ülke içinde iş dünyası tarafından sıklıkla eleştirilse bile, ülke döviz gelirlerinin %85’inin petrol kaynaklı olması ve devletin eline geçmesi, hükümetlerin bu kaynakları sosyal tepkilerden çekinerek popülist bir şekilde kullanması, özel sektörün yeterince gelişmemiş bulunması gibi nedenlerden dolayı çoklu kur sisteminden vazgeçmek kolay olmamaktadır.
 
Farklı kurların ayrıca rantiyer faaliyetleri teşvik edici, üretim faaliyetlerini caydırıcı, ekonomideki karanlık aktörlerin faaliyetlerini ve yolsuzluğu artırıcı etkileri bulunmaktadır. Öyle ki, 2018 yılı içinde Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani tarafından belirtilen yılda resmi kurdan tahsis edilen 11 milyar doların 8,5 milyar Dolarının nereye harcandığının bilinmediği açıklanmıştır. İş dünyası da, resmi dolara erişmek için banka görevlileri veya aracılara yüksek komisyonlar veya rüşvetler verdiklerini sıklıkla ifade etmektedir.
 
Resmi kurdan enflasyonu engellemek için sağlanan ucuz doların İran’da sanayisizleşmeyi teşvik ettiği, enflasyonu önlemek amacıyla piyasaya ucuz ithal ürünlerinin girmesine yol açtığı, İran’ın ithalatının artmasına yol açtığı görülmektedir. İran’ın 2001 yılında 18 milyar Dolar olan ithalatı, 2017 yılında 60 milyar Dolar civarına çıkmıştır. Kaçak ithalat rakamların buna dahil edilmesi durumunda bu rakamın 85-90 milyar Dolar civarında olduğu görülmektedir. Bu rakamlar, İran gibi kapalı bir ekonomi için oldukça yüksek rakamlar olup, ülkedeki bütçe açıkları, kronik enflasyon, devalüasyon sarmalını açıklamakta yardımcı olmaktadır. Yanısıra, kamuoyunun da resmi kurdan döviz tahsisleri konusunda bölünmesine yol açmaktadır. Örneğin, dini seyahatler amacıyla yurtdışına gitmek isteyenlere resmi kurdan sağlanan dövizler sık sık eleştirilmekte ve muhafazakar/reformcu çatışmasını beraberinde getirmektedir.
 
Tüm bunların neticesinde güçsüz özel sektör tarafından sürekli talep edilse ve hükümetler tarafından birbiri ardına yapılan açıklamalarla tek kura geçileceği belirtilse bile, ekonominin içinde bulunduğu yapısal sorunlardan dolayı tek kura geçişte bir ilerleme sağlanamamaktadır. Önümüzdeki dönemde de, başta vergi toplama olmak üzere birçok alanda kapsamlı reformlar yapılmadığı sürece, bu kronik sorunun devam edeceği öngörülmektedir.

 
Yabancı Yatırım  

İran, 1979 yılında rejim değişikliğine uğradığında, güçlü bir petrol endüstrisi ve çoğu tarım sektöründe faaliyet gösteren orta boy işletmelerden oluşan özel sektöre sahip iken, Irak ile 8 yıl süren savaş ve devrimin etkileri ile bu tablodan uzaklaşmıştır. Devrimi izleyen yıllarda çiftlikler, şirketler ve bankalar devletleştirilmiş ve dünyadaki eğilimin aksine yabancı sermaye yasaklanmıştır. Dolayısıyla İran ekonomisi tek mallı-tek boyutlu bir düzen kazanmıştır. Halen ihracat fazlası olan İran'da 12.11.1985 tarihinde yayınlanan tek maddelik bir yasa ile karşılıklılık şartına bağlı olarak yabancı şirketlerin pazarlama ve satış ofisi açmaları hakkındaki yasak kaldırılmıştır. 1993 yılında Serbest Bölgeler Kanunu, Haziran 2002 yılında ise, yeni Yabancı Yatırımı Teşvik Kanunu yürürlüğe sokularak yabancı sermaye ülkeye çekilmeye ve özel sektöre dinamizm kazandırılmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte, uluslararası alanda İran’ın sürekli olarak siyasi krizlerle karşılaşması ve takip eden yaptırımlar nedeniyle İran’da gelişmekte olan ülkelere benzer şekilde yabancı yatırım çekilmesinde zorluklarla karşılaşılmıştır. Yaptırımların üstesinden gelebilmek için petrole dayalı sanayi altyapısını çeşitlendirmeye çalışan İran, ülke içinde kendine yeterli bir ekonomik altyapı oluşturmak için çalışmalar gerçekleştirmektedir. Yapılan çalışmalar sonucunda ilaç sanayi ve nanoteknoloji gibi bazı alanlarda önemli kazanımlar sağlayabilmiştir. Örneğin Yezd’de bulunan Yüksek Teknoloji Sanayi Bölgesi önemli sanayileşme çalışmalarının yapıldığı bir merkez haline gelmiştir.
 
Ocak 2017’de onaylanan 5. Kalkınma Planı’nda İran’ın beş yıl içinde 325 milyar Dolar yabancı yatırım çekmesi öngörülmüştür. Halbuki, İran’ın geçmiş 10 yıldaki performansına bakıldığında yılda ortalama 3 milyar Dolar civarında yabancı yatırım çekebildiği, bu rakamın da yıllar içinde dalgalı bir seyir izlediği görülmektedir. Ülkemizle aynı dinamiklere sahip bir ülke olan İran, ülkemizin beşte biri oranında yabancı sermaye çekebildiği görülmektedir. Bu durumun nedeni, ülkenin iç ve dış politikasından kaynaklanan yapısal sorunlardır. Ülkenin yabancı sermaye çekebilmesinin önündeki en önemli engeller aşağıda gösterilmektedir.
 
Ülkede düzenleyici enflasyon olarak adlandırılan yoğun mevzuat değişiklikleri oldukça yaygın, ani ve beklenmedik şekilde gerçekleşmektedir. Örneğin, süt ve süt ürünleri sektöründe hükümet tarafından süt için bir tavan fiyat belirlenmiş, firmaların neredeyse hiç kar etmeden süt satmaları beklenmiştir. Bunun üzerine firmalar, süt satmak yerine yoğurt ve peynir gibi ürünler üretmeye başlamış, sütte piyasada arz açığı olurken, peynir ve yoğurtta arz fazlası oluşmuştur. Aynı şekilde, bazı yabancı firmalara, pazara hakim olduğu eyaletlerdeki pazar payını azaltması, pazar payının olmadığı eyaletlere açılmaya zorlanması gibi uygulamalar bulunmakta olup, bu düzenlemenin gizli amacının ise İranlı yerli üreticilerin yabancı yatırımlara karşı kollanması olduğu belirtilmektedir. Bununla birlikte, bazı korumacı önlemlerin pazardaki yabancı yatırımların da yararına olduğu görülmektedir.
 
İkili hükümet yapısı ve ekonomik çıkarlar için çatışan farklı grupların etkileri nedeniyle yabancı firmaların matematiksel ve herkese uygulanan bir mevzuat altında iş yapabilmesinin yerine, ülke içindeki tanıdıklarıyla ilerlemeye çalışması gerekmektedir. Bu durum ise, yabancı yatırımlara güven vermemektedir. İran’da devlet ve hükümet halkın gözünde bir görülmekte, devlette devamlılık ilkesinin işlemesinde sıkıntılara rastlanmaktadır. Görüşme yapılan yatırımcıların bazıları, Ahmedinejad döneminde kendilerine sağlanan bazı teşvikleri Ruhani Hükümeti döneminde alamadıklarını, görüşme yaptıkları kamu görevlililerinin “Sana teşviği hangi devlet verdiyse, git teşviği ondan al.” dediğini aktarmıştır. Yanı sıra, bazı grupların vergi imtiyazları olması, pazar paylarının bir kısmının bu gruplara tahsis edilmesi, döviz tahsisi, hammadde getirilmesi, gümrük işlemlerinde öncelik sağlanması gibi uygulamalarda bu grupların üstün olması, rekabetçi bir pazar yerine korumacılığın egemen olmasına neden olmakta ve yabancı yatırımları ürkütmektedir. 
 
Ülkede mali ve finansal altyapı zayıf bir görünüm arz etmektedir. Ülke içinde kredi alabilmek için rüşvet ve komisyon gibi uygulamalar yaygın şekilde işletilmektedir. Hükümetin veya ülkedeki finans sektörünün uluslararası alandan kredi kullanamaması yatırım yapacak firmaların kredi olanaklarını kısıtlamaktadır. Ülkeye yapılacak yatırımlarda da piyasa kuru yerine resmi kur veya NİMA kurundan döviz bozdurulması zorunluluğu da firmaların kur zararına katlanmasını beraberinde getirmekte ve firmaları daha yolun başında caydırabilmektedir.
 
İran’ın Dünya Ticaret Örgütü üyesi olmaması gümrük tarifelerini istediği zaman, istediği oranda değiştirmesine izin vermektedir. Bu durum, İran’ın ticaret ortaklarının da İran’a karşı ticari önlemler almalarını beraberinde getirmekte, ihracat yapmak amacıyla ülkeye gelen firmaların istikrarsız bir dış ticaret rejimi altında pazar kayıpları yaşamasına neden olabilmektedir. Özellikle yaptırımlar döneminde hammadde veya aramalı için döviz tahsisatı taleplerinde İranlı üreticiler korunmakta, yabancı yatırımlara istenen koruma sağlanamayabilmektedir. Ülke içine yönelik satış yapan firmaların ise, kar transferleri yaparken farklı döviz kurları nedeniyle sorunlarla karşılaştığı görülmektedir.
 
İran ekonomisi kötü yönetim nedeniyle zayıf bir ekonomik görünüm sergilemektedir. Son on yılda hanehalkının tüketim gücünün %17 aşındığı tahmin edilmektedir. İran Hükümetinin temel tüketim ürünlerine resmi kurdan tahsis yapması ise katma değer oranı düşük olan bu ürünlerin ticaretinin güçlenmesini beraberinde getirmiş, katma değerli ürünlerin üretimi ise ülke içinde düşük kalmıştır. Yabancı yatırımcının bir ülkeye yatırım yaparken ülkenin ekonomik görünümündeki iyileşme, tüketim kültürünün yaygınlığı, gümrük tarifelerini aşma gibi unsurlar önemlidir. İran’da ise negatif bir görünümde olan tüketim gücünün azalması nedeniyle yabancı yatırımlar ülkeye yeterli ilgiyi göstermemektedir. Ayrıca, zayıf ekonomik görünümün bir parçası olarak enflasyon ise kronik ve inatçı bir görünüm sergilemekte, yabancı yatırımların kur etkisini üretim ve kar transferlerinde her zaman üzerlerinde hissetmesine neden olmakta, tüketim gücünün azalmasına ayrıca katkıda bulunmaktadır.
 
İran’da yabancı yatırımların yerli firmalarla rekabetinde İran mahkemelerinin uluslararası standartlarda karar vermediği durumlara sıklıkla rastlanmaktadır. Özellikle siyasi destekli ekonomik güç odakları ile yabancı yatırımcıların çekiştiği davalarda mahkemelerin İranlı firmaları koruyabildiği görülmektedir. Yanı sıra, İran’da uygulanan hukuki altyapının Fransız Hukuku ile Şeriat Hukuku karışımı olduğu, uygulamaların bazen birbiriyle çeliştiği, hakimlerin yorumlarının da yeknesak olmadığı görülmektedir. Son olarak İran’da, yerli firmaların bile büyümelerinin bir sınırı olduğu, belirli bir noktayı geçtikten sonra bu firmaların sistematik baskılarla devlet tarafından veya devlete yakın odaklarca ele geçirildiği sıklıkla ifade edilmektedir.
 
Sonuç olarak İran’ın yaptırımlar ve para transferlerinde karşılaşılan sorunlar, ülke içindeki siyasi destekli ekonomik aktörlerin tekelci uygulamaları, devletin ekonomideki ana karar alıcı, gelir ve rant dağıtıcı yapıda olmasından dolayı rantiyer ekonominin yaygınlığı, yolsuzluk, zayıf ekonomik görünüm, yatırımların yapılsa bile sağlanacak altyapı hizmetlerinin uzun zaman alması, reklam yapmada yabancı yatırımların İranlılara karşı dezavantajları gibi hususlar nedeniyle İran’a yabancı yatırım çekilmesinde zorluklarla kaşılaşılmaktadır. Önümüzdeki dönemde de İran’ın yabancı yatırım çekme konusunda diğer gelişmekte olan ülkelerin gerisinde kalacağı öngörülmektedir.


Özelleştirme Uygulamaları

İslam Devrimi’nin İran ekonomisi üzerine etkisi sanıldığından çok ama çok daha başattır. Dünya’nın birçok yerinde İslami hareketler, tarihsel olarak liberal ideolojilerle hareket etmesine rağmen, İran’da ise bu durumun tam tersi sözkonusudur. İslami Devrimin modern dünya tarihinde ilk defa yoksul sınıfları harekete geçirerek gerçekleşmesi de ülkede mülkiyet yanlısı politikalar yerine devletçi politikaları Devrim sonrası ülke ekonomik gündeminin başat unsuru haline getirmiştir. Büyüme yerine dağıtımı vurgulayan yapısı da İslami Devrimin ekonomik gündemindeki diğer önemli konu olarak kalmıştır.

İran’da Şahlık rejimi; İslami ve sosyalist muhalefetin birlikte mücadelesiyle son bulmuştur. Devrimden sonra Humeyni’nin sol muhalefete özellikle ekonomi alanında birçok taviz verdiği ve sol lügatı İslamileştirdiği görülmektedir. Sol grupların ise, Velayet-i Fakih doktrinini kabul etmek karşılığında, ekonominin sosyalist bir şekilde yapılandırılması ödününü aldığı görülmektedir. Bunun neticesinde, İran’da liberal bir ekonomi yerine, sosyalist eğilimi yüksek, adalet ve eşitliği vurgulayan bir yapı ortaya çıkmıştır. Humeyni tarafından bu iki vurgu, Kur’an ilkelerine dayandırılmış ve ekonomik yapının kamu sektörünün hakim olduğu bir şekilde oluşturulması için zemin oluşturmuştur.

Humeyni’nin ekonomiye bakışı, taguti veya gerbzedegi denilen Batılılaşmış ve yozlaşmış tüketim kültürüne karşı çıkmaktır. Ayrıca, ekonomi bireyin Allah’a yolculuğunda maddi ihtiyaçlarını karşılayan bir araç olarak görülmüştür.

Devrimin hemen ardından başlayan İran-Irak Savaşı, ekonomideki devlet payını artırmıştır. Anayasa’daki 43. ve 55. maddeler arası ekonomik düzen hakkında hükümler içermektedir. Örneğin 44. Madde, İran’daki bütün büyük ölçekli ve kilit sanayilerin, bankacılık ve sigortacılığın, enerji, baraj, sulama sistemleri, radyo-televizyon, posta, telgraf, telefon, havacılık, gemicilik, yol, demiryolu, vb. tüm sektörlerin devlet mülkiyetinde olmasını hüküm altına almaktadır. Bu durum, ekonomik yapıda, hakim tepeler olarak nitelenen sektörlerin devletin elinde olmasına neden olmuştur.

Devrimden sonra ülkeyi terk eden eski rejime sadık kişilerin mülkleri ve el konulan sanayi tesisleri, Dini Lidere karşı doğrudan sorumlu olan Mustazafin adı verilen Yoksullar Vakfı’na veya buna benzer vakıflara devredilmiştir. Ayrıca, İran ekonomisinde kooperatiflerin de etkili bir yapı olması Devlet tarafından cesaretlendirilmiştir. Bunların sonucunda, özel sektör oldukça gerilemiş, küçük ölçekli tarım ve madencilik ile iç ticaret ve hizmetlerle sınırlı kalmış, ekonomideki payı %20'nin altına düşmüştür. Devrimden sonra el konulan ve vakıflara devredilmeyen malların yönetimi ise, National Iranian Industries Organization ve Industrial Development and Renovation Organization ismiyle kurulan iki yapının yönetimine devredilmiştir.

İran’da özelleştirme uygulamaları incelendiğinde ortaya çok başarısız bir tablo çıkmaktadır. İran-Irak Savaşı’nın bitmesi, Soğuk Savaş’ın sona ermesi, devletçi ekonominin gözden düşmesi ve Humeyni’nin ölümü ile birlikte, 1989 yılında iş dünyasının desteğiyle iktidara gelen Rafsancani tarafından İran’da ilk özelleştirme hareketi başlatılmıştır. Kötü bir şekilde yönetilen süreçte yaygın yolsuzluk iddiaları gündeme gelmiştir. Bunun sonucunda özelleştirme çalışmaları, 1994 yılında Meclis’te yapılan bir düzenlemeyle son bulmuştur.

1995–97 yıllarında ise, kamu varlıklarının savaş veteranları ve fabrikaların çalışanlarına satışı sağlanmak üzere çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların da istenen etkiyi vermediği görülmüştür. 2000–05 döneminde ise İran Özelleştirme Örgütü kurulmuştur. Özelleştirme çalışmalarının arkasında yatan temel motivasyon, devlete bağlı firmaların büyük kamu zararları açıklaması, bu zararları kamu bütçesinden veya devlet bankalarından alınan borçlarla kapatmaları olmuştur. Ahmedinejad Döneminde ise, önceki özelleştirme politikaları kapsamlı bir şekilde eleştirilmiş, popülist özelleştirme denilen ve yoksullara dağıtılan kuponlarla özelleştirme çalışmaları yapılmıştır.

Farklı kurumlar tarafından paylaşılan istatistiklerde, İran’ın özelleştirme çalışmaları sonucunda toplamda etkili bir şekilde en fazla 3,5 milyar dolarlık bir özelleştirme yapabildiği belirtilmektedir. Devletin sahip olduğu fabrikaların sayısı 2019 yılında 377 olarak açıklanmıştır. Kimi tahminlerde ise devletin 2000 civarında şirkete sahip olduğu ifade edilmektedir. Son 20 yılda farklı adlar altında 40 milyar dolarlık özelleştirme yapıldığı, bunun 22 milyar dolarlık kısmının fakirlere kupon olarak dağıtıldığı, 7 milyar dolarlık kısmının sosyal güvenlik örgütlerine aktarıldığı, 11 milyar dolarlık kısmının ise Tahran Borsası aracılığıyla satışa çıkarıldığı belirtilmektedir. Bu rakamlara rağmen, özelleştirilen kurumların önemli bir kısmının ülke güvenlik aygıtı olan DMO ve uzantılarının eline geçtiği ifade edilmektedir.

Özelleştirme Örgütü’nün kurulmasının ardından ise İran Devleti tarafından enerji, petrokimya, çelik, alüminyum gibi alanlarda toplamda özelleştirme çalışmalarının 40 katına tekabül eden 132 milyar dolarlık kamu yatırımı yapıldığı belirtilmektedir. Bu rakam, ekonomideki özel mülkiyetin ve piyasanın gelişimini desteklemekten ne kadar uzak olunduğunu göstermesi açısından önem arz etmektedir. Ayrıca, özelleştirme uygulamalarında devlete bağlı bankalara devir, akraba kayırmacılığı gibi uygulamalar görüldüğünden, gerçek bir özelleştirme hareketinden bahsedilemeyeceği açıktır. İranlılar tarafından özelleştirme uygulamalarındaki akraba kayırmacılığı ve özelleştirilen mülklerin derin devlete transferi gibi hususlar husuleti (özelleştirme anlamına gelen hususisazi ve devleti kelimelerinin birleşimi) denilen kavramla alay konusu yapılarak eleştirilmektedir.


İran’daki özelleştirme uygulamalarının önündeki engeller kabaca aşağıda özetlenmektedir.

  • Özelleştirme üzerine ulusal bir konsensus yoktur.
  • Hiziplerin güçlü olduğu İran siyasetinde hizipler, oy ve rant dağıtma mekanizmalarından vazgeçmek istememektedir.
  • Özelleştirilmek istenen yatırımlar, yatırımcının gözünde karlı yatırımlar değildir. Devlet tarafından daha çok zarar eden yatırımlar özelleştirmeye çalışılmıştır.
  • Özelleştirilecek yapılardaki ihtiyacın çok üstünde işçi istihdamı vardır.
  • Özelleştirilmesi planlanan yapıların bankalara veya devlete yüksek borçları bulunmaktadır.
  • Ülkede etkili çalışan bir borsa mekanizması bulunmamaktadır. Sermaye piyasaları ise, çoğunlukla verimsiz devlet bankaları elindedir.
  • İşçi sınıfının özelleştirme hareketine yoğun bir direnişi sözkonusudur.
  • Daha önceki el koyma uygulamaları ve Anayasa’nın 44. Maddesi, yatırımcıları müsadere riski nedeniyle korkutmaktadır.
  • İran’da özelleştirme uygulamalarında bazı durumlarda yeni sahipler işçileri işten çıkarmış, varlıkları satıp likite dönmüştür. İşten çıkarılan işçilerin oluşturduğu baskıyla, devlet tarafından özelleştirilmiş bulunan yapıların tekrar kamulaştırıldığı, yeniden kamulaştırılan varlıkların toplam özelleştirme hacminin %20'sine çıktığı görülmektedir.
  • Özelleştirmenin önündeki diğer bir önemli engel ise, Anayasal garantilerin güvenlik aygıtı ve sorunlu bir yargı sisteminin elinde öneminin kalmamasıdır. Anayasa’da yalnız ekonomik değil, birçok hakkın da çalışmadığı göz önüne alındığında, yatırımcıların özelleştirme uygulamalarına ilgi göstermemesi normal karşılanmaktadır.
  • Özelleştirmedeki ikilemler incelendiğinde ise, yoğun özelleştirme söylemine rağmen ülkede GSMH’nın ikiye katlandığı dönemde bile, kamu varlıkları ikiye katlanırken, özel birikim ve yatırım yerinde saymıştır. Öte yandan, bütçe tahminlerinde öngörülen özelleştirme gelirlerinin en fazla %10'u gerçekleşmektedir. Öyle ki, hükümet tarafından sıkça bütçe açığının olduğu bir bütçeyi meclisten geçirmenin zor olacağının bilinciyle özelleştirme geliri gösterilerek bütçe geçirilmekte ve yıl sonunda bütçe açığı verilmektedir.
  • Ülkedeki özelleştirmenin önündeki en önemli engel, hükümetin petrol gelirleri üzerindeki tekeli ve bütçenin petrol gelirlerinden oluşmasıdır. Bu durum İran ekonomisinde Şahlık döneminden beri devletin ana karar verici olmasını ve ekonomideki başatlığına neden olmaktadır. Ayrıca, kayıtdışılık gibi uygulamaları da yaygınlaştırmakta, sorumlu, şeffaf bir iş dünyası oluşturmaktan uzaklaştırmaktadır. Petrol fonlarını etkili yöneten ülkeler, paranın tümünü ülke içine yatırmamakta, halka doğrudan dağıtma, yurtdışı yatırım fonları oluşturma, özel sektöre uygun faizli kredi sağlama, vb. uygulamalarla rant ekonomisinin oluşmasını engellemeye çalışmaktadır. İran’da ise, halen kapalı bir ekonomik yapı olmasından dolayı, işadamları bürokrasi koridorlarında iş kovalamakta, ayrımcı ithalat lisansı gibi lisansları elde etmekte, ucuz veya faizsiz kredi peşinde koşmaktadır. Lobiciliğin de etkisiyle dış ticaret etkili bir şekilde yapılamamakta, pazarın önemli bir kısmı yerel yapıların ürettiği kalitesiz ürünlere tahsis edilmektedir.
  • İran’da ekonomide gerçek bir reformun olmasının önündeki ana engellerden birisi, modern bir iş ortamının ve gerekli örgütlenmenin, rejimin temelini oluşturan Velayet-i Fakih doktrinini tehdit edecek olmasıdır. Bunun yanı sıra, kişisel mülkiyet haklarının istenen mahiyette olmaması, müsadereye karşı korumaların yetersizliği, sözleşmelerin uygulanmaması veya eksik uygulanması, modern banka sisteminin işlememesi, kısıtlayıcı birçok düzenlemenin bulunması, istihdam piyasanın esnek olmaması, ücret kontrolleri ve bağımsız yargının bulunmaması gibi sorunlar da eklenmektedir.
  • Bütün bunlar, İran’da özelleştirmenin sadece lafta kaldığı bir uygulamalar bütünü olmasını beraberinde getirmektedir.

Sosyal Güvenlik Sistemindeki Açıklar

İran’da sosyal güvenlik sistemi ordu görevlileri; devlet memurları ve özel sektör çalışanları için olmak üzere üç ayrı şekilde yapılandırılmıştır. Bunların en büyüğü özel sektör çalışanlarının içinde yer aldığı Sosyal Sigortalar Örgütü’dür. Bunun yanı sıra, birçok kurumun bu sigorta sistemlerini destekleyici sigorta sistemleri de bulunmakta ve toplam sayının 24 olduğu belirtilmektedir. Kır ve Göç Sigorta Fonu, İran Radyo ve Televizyon Emeklileri Fonu, petrol emeklileri, bankalar, belediyeler, Merkez Bankası gibi kuruluşların fonları bunlardan bazılarıdır. Bununla birlikte, tüm sigorta fonlarında sorun olduğu, Sosyal Sigortalar Örgütü’nün sorunlarının diğer fonların sorunları için örneklem teşkil ettiği belirtilmektedir. SSÖ’ye kayıtlı 13 milyon işveren veya işçi bulunmakta olup, bu rakam toplam sigortalı nüfusun %73’ünü oluşturmaktadır. SSÖ’ye kayıtlı emekli sayısı ise 3 milyon olup, çalışan/emekli oranı 4,25’tir. SSÖ’nün 2016 yılında tüm gelirlerinin yalnızca %21’ini prim ödemeleri, %8’ini bu örgütün elindeki işlettiği kaynaklar, gerisini ise hazineden aktarılan para oluşturmuştur.

Ülkedeki sigorta sisteminin nüfusun %65’ini kapsadığı yetkililerce açıklanmıştır. Bununla birlikte, sistemin yılda 8 milyar dolar civarında açık verdiği, açığın en büyük kısmının Sosyal Sigortalar Örgütü’nden kaynaklandığı, bu açığın ülke bütçesindeki en önemli gider kalemlerinden birini oluşturduğu, ülkedeki işsizlik, su krizi ve çevre sorunlarıyla birlikte en önemli üç problemden birisi olduğu Meclis çalışmalarında ve Kalkınma Planı’nda belirtilmiştir. Sosyal Sigorta Örgütü hükümet dışı bir örgüt olup, özel sektörde çalışanların ve işverenlerin tümünün sisteme kaydolması zorunludur. Sistemde maaşın %7’si sigortalı, %20-23’ü işveren, %3’ü de hükümet tarafından sağlanan katkı payı ödemesi bulunmaktadır.

Sigorta sistemlerinin verimsiz çalışmasının en önemli nedenlerinden birisi, nüfusun yaşlanması, çalışan başına düşen sigortalı kişi sayısının azalması, düşük doğum oranları, yüksek işsizliğe rağmen ülkede yeterli iş imkanlarının oluşturulamaması gelmektedir. İran’daki sigorta sistemine ilişkin bir uzman tarafından yapılan değerlendirmede, 1976 yılında 24 çalışanın 1 emeklinin maaşını ödediği, 2013 yılında ise bu rakamın 6,5 çalışana 1 emekli, 2018 yılında ise 4,25 çalışana bir emekli olduğu belirtilmiştir. Emeklilik fonlarında atı çalışana 1 emeklinin altına düşmesinin alarm noktası olduğu, bu rakamın 3’ün altına düşmesi durumunda ise sistemin iflas noktasına yaklaştığı, 5’in altında ise hükümet desteği olmadan ayakta kalamayacağı belirtilmektedir. Hükümet tarafından daha önceki yıllarda sigorta kurumlarına özelleştirme uygulamaları kapsamında bazı kurumların devredildiği ve sigorta kurumlarının bu işletmeleri işleterek açıklarını telafi etmelerinin beklendiği görülmüştür. Bununla birlikte, devredilen kurumların işletilmesinin oldukça kötü olduğu ve açıkların finansmanı için yeterli katkıyı sağlamadığı görülmektedir.

Sigorta kurumlarının ayrıca bankalara yüksek düzeyde borçları bulunmaktadır. Örneğin, Sosyal Güvenlik Örgütü tarafından 2019 yılına ilişkin yapılan bir açıklamada, bankalara 2,58 milyar dolarlık borçlanma yapılacağı belirtilmiştir. Kurum yetkilisi tarafından ayda 323 milyon dolarlık borçlanma yapılmaması durumunda emeklilere karşı finansal yükümlülüklerin yerine getirilemeyeceği, bunun da en önemli nedeninin 2019 yılında emekli maaşlarına %36 zam yapılması olduğu ifade edilmiştir.

İran’da emeklilik yaşı kadınlarda 20 yıl çalışma veya 55 yaş; erkeklerde ise 30 yıl çalışma veya 60 yaştır. Bu yaş ve yılların sistemin sürdürülebilirliğinin sağlanması için artırılması gerektiği sıkça ifade edilmektedir. Bununla birlikte, ülkedeki genç işsizliğine çözüm amacıyla hükümetlerin sıklıkla emeklilik yaşının düşük tutulmasını sağlamaya çalıştığı ifade edilmektedir.

İranlı yetkililerce emeklilere resmi kurdan ortalama 200 dolar aylık ödeme yapıldığı belirtilmektedir. Emeklilerin aldığı aylık maaşların oldukça düşük kaldığı, temel yaşam giderlerinin yalnızca %48’ine tekabül ettiği ifade edilmektedir. Bu nedenle, kanuni birçok kısıtlama olmasına rağmen emeklilerin iş piyasasında yer almaya devam ettiği görülmektedir.

Sosyal güvenlik sistemine ilişkin kapsamlı bir reform yapılmadığı sürece, emeklilere yapılacak ödemeler ve sağlık harcamalarının İran ekonomisinin karadeliklerinden biri olarak kalmaya devam edeceği görülmektedir. Sosyal baskılara oldukça duyarlı ve popülist ekonomi politikalarının baskın olduğu ülkede, bu sistemin iyileştirilmesi için atılacak adımların zahmetli bir süreç ve güçlü bir siyasi irade gerektireceği görülmekte olup, İran’ın içinden geçtiği ekonomik zorluklar döneminde böyle bir adımı atamayacağı değerlendirilmektedir.


İran Ekonomisine Yaptırımların Etkileri

Yaptırımlar iki türlü olup, uluslararası veya Avrupa Birliği (AB) gibi ulusüstü oluşumlar tarafından olabileceği gibi, ülkelerin tek taraflı veya ülke grupları şeklinde uygulamasıyla da hayata geçirilebilmektedir. Bu çerçevede, İran’a yönelik yaptırımların Birlemiş Milletler (BM) ve AB gibi oluşumlar kanalıyla geçmiş dönemde uygulandığı, yanı sıra ABD’nin de tek taraflı olarak yaptırımları hayata geçirebildiği görülmektedir. Aynı şekilde İran’ın da İsrail ve ABD’ye yönelik yaptırımlar uyguladığı bilinmektedir.
 
İran’ın uluslararası ekonomi ve ticaretteki payı, İran’ın diğer ülkelere yaptırımlarının önemsiz kalmasına neden olurken, diğer ülkelerin İran’a yönelik yaptırımları ise İran ekonomisi üzerinde yıkıcı etkilerde bulunmuştur. İran’a yönelik yaptırımların tarihçesinin uzun olmasına rağmen, İran’ın nükleer programının ortaya çıkmasının ardından 2007 yılında uygulanmaya başlayan 2014 yılında son bulan yaptırımlar ile 2018 yılında ABD’nin Nükleer Anlaşma’dan çıkarak uygulamaya başladığı yaptırımların etkileri ele alınacaktır.
 
2007 yılında başlayan ve 2016 yılında Nükleer Anlaşma’nın imzalanması ile sonlandırılan ilk yaptırımların İran ekonomisi üzerindeki etkileri ağır olmuştur. Ülke ihracatında %80’lere varan düşüşler gözlenmiş, ayrıca, ülkedeki nükleer programın ihtiyaç duyduğu malzemenin tedarikinde de esaslı zorluklar ortaya çıkarmıştır. Yaptırımların sosyo-ekonomik sonuçları da şiddetli olmuştur. Petrol ve enerji sektöründe ihtiyaç duyulan malzeme ve teçhizatın elde edilememesi bu alanda faaliyet gösteren firmaların İran’dan çekilmesine yol açmış, ülkenin yıllık yatırım kaybı 60 milyar dolar seviyesine çıkmıştır. Birçok büyük firma, Batı’daki pazarlarını kaybetme endişesi ile İran’da iş yapmaya gönülsüz yaklaşmış, para transferinin karmaşıklaşması nedeniyle petrol ticaretinde yaşanan gelir azalması da eklenince ekonomik sıkıntı büyümüştür. Bütçe açığı artmış, uçak filosu eskimiş, halkın ihtiyaç duyduğu temel maddelerin temini güçleşmiştir. Ayrıca, büyük ölçüde Rusya ve Çin’e bağlı olan silah kapasitesi de önemli oranda düşmüştür. Bu durum, İran piyasasının devlet kurumları ya da devlet kurumlarına yakın kurumlar tarafından domine edilmesine yol açmış, ambargo nedeniyle artan kaçakçılık da eklenince özel sektör zayıflamış, devlet kurumları güçlenmiştir.
 
İran Riyali’nin 2011 sonlarından itibaren değer kaybetmesi İran’da paniğe yol açmıştır. Hükümet 2012 Ocak ayında Riyal’deki aşınmayı engellemek amacıyla banka faiz oranlarını %6’ya kadar yükseltmiştir. Bu yükseliş, halka enflasyonun altında faiz ile kaynak tedarik eden Ahmadinejad için bir yenilgi anlamına gelmiştir. Bununla birlikte, 2012 yılı boyunca Merkez Bankası piyasaya devamlı petro-dolar enjekte ederek Riyal’deki dalgalanmayı engellemeye çalışmış, bir taraftan da karaborsa ile mücadele edilmiştir. Enflasyonun yükselmesini engellemek için çoklu kur sistemi benimsenmiş, bu önlem temel maddelerdeki fiyat artışını engelleyememiş, üstelik karaborsaya yönelim artmıştır. Petrol taşımacılığı yapan büyük firmaların ambargo dahilinde İran yükü taşımayacağını açıklaması ile ambargo daha da derinleşmiştir. Zira, bu firmaların birçoğunun ABD ya da AB dışında oldukları için taşımacılık yapmamaları konusundaki girişimler başarısız olmuş, daha sonra AB tarafından yasaklamanın gemi taşımacılığına yönelik sigorta işlemlerini de kapsayacak şekilde genişletilmesinin ardından, filolarının %95’i AB tarafından yürütülen kurallara göre sigortalı bulunan firmaları ambargoya uymaya zorlamıştır. İran, tüm bu gelişmeler sonrasında, ithal mallarının yerine yerli malı kullanımına dayalı “direnç ekonomisi” denen bir strateji geliştirmiş, bilgisayar, cep telefonu gibi ürünleri içeren lüks maddelerin ithalatını yasaklama yoluna gitmiştir. Bu yasak ise piyasanın ihtiyaç duyduğu birçok ürünün kaçakçılık yoluyla ülkeye gelmesi gibi bir sonuca yol açmıştır. Bir taraftan da, İran petrolü taşıyan tankerlere yönelik yerli sigorta uygulaması başlatılmıştır. Bu uygulamanın özellikle Çin ve Hindistan rafinerileri için işe yarayacağı düşüncesi ise başarısız olmuştur. Zira, İran petrolünün en büyük alıcısı konumundaki Çin İran’dan aldığı petrolü neredeyse yarıya düşürmüştür. Bu arada, yaptırımlara cevaben İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapama kararı da Irak’ın Suriye üzerinden ihracat yolu açılması planlarının önünü açmıştır.
 
İran zaman zaman özellikle komşu ülkelerle takas ticareti yoluyla ambargoyu etkisizleştirme girişimlerinde bulunmuştur. İran, petrol üretiminin durmaması için Basra Körfezi’nde büyük depolar inşa etmiş, buna rağmen 2012 yılının ortalarından itibaren bazı kuyularındaki üretim durmasını engeleyememiştir. Petrol ihracatının aldığı ambargo darbesi ile yıllık 50 milyar dolar civarında gelir kaybına uğradığı tahmin edilen ülkede Merkez Bankası’nın döviz rezervleri bir yıl içinde 106 milyar dolardan 80 milyar dolara gerilemiştir. İran, dünya ile ticaretini altın ile sürdürme gayretine girdiyse de altının nakit kadar kolay bir araç olmaması nedeniyle bu girişimleri beklenen etkiyi yaratmamıştır. Bu arada 2012 yılı Ekim ayında Hükümet, ithalatı on kategoriye ayırmış ve lüks malların ithalatını engelleme yönünde önlemler almıştır. O dönemde Merkez Bankası ürün gruplarına göre döviz tahsisatı yapmaya başlamıştır. Bu arada yurt dışında bulunan İran gemilerinin birçoğu bulundukları ülkelerde borçlara karşılık alıkonmuştur. İran Hükümeti çalışanlarının maaşlarını ödeme güçlüğü yaşamaya başlamış, 2010 yılından beri verilen aile yardımlarında kesintiye gidilmiştir. Ülkenin en önemli üretim kalemlerinden olan otomotivde de üretim düşüşü %40’lara varmıştır.
 
ABD Başkanı Trump tarafından seçim kampanyası döneminde Obama Dönemi’nden imzalanan Nükleer Anlaşma’dan çekileceğini belirtmesinin ardından İran ekonomisinde belirsizlikler oluşmaya başlamıştır. Trump’ın seçilmesinin ardından Nükleer Anlaşma’dan çekilmesinin ardından İran’a yönelen dış yatırımlar durma noktasına gelmiş, 2016-2018 döneminde giren yabancı firmaların birçoğu da ülkeden çekilmiştir. Yanı sıra, Trump’ın İran’dan Sıfır Petrol İhracatı politikası uyarınca İran’ın petrol ihracatı 2018 yılı başındaki 3,8 milyon varil günlük üretim ve 2,3 milyon varil günlük ihracattan, 2019 yılı Mart ayı itibariyle 1,1 milyon varil/gün seviyelerine inmiştir. ABD’nin yaptırımları yeniden devreye alınmasıyla birlikte IMF tarafından yapılan tahminlere göre İran'ın GSYİH'si 2018'de %3,9 daralmıştır. 2019’da ise daralmanın %6 olacağı öngörülmektedir.
 
ABD’nin tek taraflı yaptırımlarının yeniden uygulanmaya başlamasının ardından Ruhani Hükümeti’nin dört yıl boyunca istikrarlı bir şekilde tuttuğu döviz piyasasında önemli dalgalanmalar meydana gelmiş, İran Riyali dolar karşısında %60 oranında değer kaybetmiştir. Bu durum, hammadde ve ara malları dahil olmak üzere, ithalatta %25’lik bir daralma meydana getirmiş, birçok sektörde üretim durmaları meydana gelmiş, otomotiv sektöründe %40’lar oranında üretim azalışı gerçekleşmiştir. Döviz kuruna paralel olarak enflasyonda da önemli artışlar meydana gelmiştir. Merkez Bankası’nın yayınladığı istatistiklere göre 2017 yılında %9 olan enflasyon, 2018 yılında %31 olarak gerçekleşmiştir. Bununla birlikte, bağımsız gözlemciler ve sektör temsilcileriyle yapılan görüşmelerde enflasyonun yayınlanan rakamlardan çok daha yüksek olduğu belirtilmektedir. Örneğin, perakende sektöründe temel mallarda hükümetin resmi kurdan birçok ürünün ithalatına döviz tahsis etmesine bahsekonu dönemde %42’lik bir enflasyon gerçekleştiği belirtilmektedir. Ev fiyatları Riyal bazında iki katına çıkmış, kira artışlarında ise %40 civarında bir artış gerçekleşmiştir. Ücretlere ise bu dönemde %20’lik bir artış yapılmıştır. 2019 yılında İran’ın petrol satışlarının beklenen oranda gerçekleşmemesi ve Hükümetin bütçe açıklarını piyasadaki para emisyonunu artırarak karşılamaya çalışması nedeniyle önümüzdeki dönemde enflasyonunu daha da artacağı öngörülmektedir.
 
ABD’nin Nükleer Anlaşma’dan çekilmesinin iç politikaya etkileri de derin olmuştur. İktidarda bulunan reformcu hükümet güç kaybına uğramış, muhafazakarların etkisi artmıştır. Yanı sıra, ekonomide zaten yüksek olan devletin, vakıfların ve DMO’ya bağlı yapıların payı daha da artmış, küçük de olsa başlatılmış bulunan liberalleşme çalışmaları son bulmuştur.
 
Sonuç olarak İran’ın devrim sonrasında uluslararası ilişkilerde normalleşme evresine bir türlü girememesinden kaynaklı olarak önümüzdeki dönemde de yaptırımlara maruz kalacağı, yabancı yatırımcı çekme, rekabetçi bir piyasa ekonomisi oluşturma ve teknolojik açığını gidermede birçok sorunla karşılaşmaya devam edeceği görülmektedir.

İran Hükümeti’nin Yaptırımların Üstesinden Gelme Çalışmaları
İran’ın ihracat ve bütçe gelirlerinin ağırlıklı olarak petrol ve doğalgaza bağımlı olmasının da etkisiyle, ambargoların yol açtığı ticaretteki gerileme ekonomik zayıflamayı da beraberinde getirmiştir. Ekonominin durgunlaşması, bütçe açığı, yükselen işsizlik, değer kaybeden ulusal para, iç finansmanda yaşanan darboğaz ve dış ticaret açığıyla beraber cari işlemler fazlasındaki azalma ekonominin başlıca sorunlarıdır.

Yaptırımlar, ülkenin döviz kaynaklarını etkili kullanmasını dayatmakta, bu durum karşısında İran Hükümeti de elindeki döviz kaynaklarını etkili kullanabilmek için ithalat yasaklamaları ve kısıtlamaları, ürün gruplamaları, kuponlama gibi günümüz ekonomik yaşamında yeri olmayan, işadamlarımızın aşina olmadıkları uygulamalara girişmektedir. Ayrıca, ülke içindeki üretimi artırmak için çalışmalarını artırmaktadır. Bu nedenle, firmalarımızın İran ile iş yaparken aşağıdaki bağlantıları kapsamlıca incelemeleri ve ülkedeki mukim ticari temsilciliklerimizle irtibatta kalmaları önem arz etmektedir.

Firmalarımızın internet sitemizdeki Yaptırımlar ile İthalat ve Kambiyo Düzenlemeleri kısmını incelemesi önerilmektedir.

Reklam-Tanıtımın Önündeki Kısıtlar
İran Reklam ve Tanıtım Sektörünün büyüklüğü 750 milyon dolardır. Türkiye’deki reklam pazarının büyüklüğünün 2,5 milyar olduğu gözönünde bulundurulursa, aynı dinamiklere sahip bir ülke olan İran’ın reklam pazarının potansiyeli hakkında fikir edinilebilir. Kişi başı reklam harcamasında İran’ın 9 dolarlık bir harcama gerçekleştirdiği, bu rakamın Türkiye için 28 dolar olduğu bilinmektedir. İran’ın reklam pazarında TV ve radyonun payı %60, dış mekan reklamlarının payı %28, dijital reklamların payı %9, gazete ve dergilerin payı ise %3’tür.

İran’a yönelik uluslararası yaptırımlardan dolayı ülkeye yabancı sermaye girişi oldukça düşüktür. Ülkede uygulanan kendine yeterli ekonomik model oluşturma çabalarının da uluslararası şirketlerin ülkede yer almasını zorlaştırdığı görülmektedir.  Bunun yanı sıra, İran’da reklam ve tanıtım faaliyetlerini düzenleyici yapının yabancı ürünlerin reklamının yapılmasını yasakladığı görülmektedir. Ahlaki kısıtlamalara uyum beklentisinin de başta yabancı yatırım çekmenin önünde önemli bir kısıt olduğu görülmektedir.

İran’da reklamların yayınlanmasından üç kurum sorumludur. Bunlardan ilki İran’ın resmi TV ve radyo kanalı IRIB olup, TV ve radyo reklamlarından sorumludur. İkincisi, Kültür ve İrşat Bakanlığı olup, açıkhava reklamlarından adıgeçen kurum sorumludur. Üçüncü kurum olan Tahran Belediyesi de açıkhava reklamlarından sorumludur. Ülkede reklam vermek isteyenlerin bu kuruluşlardan ön izin alması gerekli olup, hangi reklamın yayınına onay verileceğine ilişkin net bir mevzuat bulunmamaktadır. Bu noktada, firmalarımızın içgörüleriyle hareket etmesi gerekmektedir.

İranlı üreticilerin devlet kanalında ücretsiz reklam hakkı bulunurken, İran’da yatırım yapmış yabancıların bu hakkı bulunmamaktadır. Yabancı ürünlerin ise, devlete ait TV, radyo ve basılı yayınlarda reklamının yapılması yasaktır. Bununla birlikte, ülkedeki yabancı yatırımcıların devlet kanallarına reklam vermesi önemle beklenmektedir. Ayrıca, IRIB’e reklam önerisi sunumunun IRIB’in belirlediği dört formattan birisi şeklinde olması gerekmekte, bu durum yaratıcılığa dayalı bir sektör olan reklam ve tanıtım sektöründe önemli kısıtlamaları beraberinde getirmektedir.

Ülkedeki 72 milyon internet kullanıcısı bulunduğu ve internet penetrasyonunun %89 olduğu ifade edilmektedir. İnternet kullanımındaki amaçlara bakıldığında ise, %59 ile en fazla içerik arama amacıyla internetin kullanıldığı, bunu %50 ile sosyal medya kullanımının takip ettiği görülmektedir. Eğlence amacıyla interneti kullananların %35, iş amacıyla kullananların %48, haberleri okumak amacıyla kullananların %35, online bankacılık için %30, mesajlaşma uygulamaları için %40, bloglar için ise %10 olduğu ifade edilmektedir. Ülkede en yaygın kullanılan sosyal medya uygulamasının Instagram olduğu, Facebook ve diğer sosyal medya mecralarının yasak olmasından dolayı hızla ivme kaybettiği, popüler mesajlaşma uygulaması olan Telegram’ın da düşüş eğiliminde olduğu dile getirilmektedir.

İran’da Instagram kullanıcılarının günde ortalama 10 dakikayı bu kanalda geçirdiği, Instagram’da postlar aracılığıyla reklam yapmanın etkili olmadığı, bunun yerine kışkırtıcı (influencer) olarak nitelendirilen sosyal medyadaki yüksek takipçili kişiler aracılığıyla tanıtım yapılmasının uygun olacağı, bu kişilerin ajanslar aracılığıyla fatura kesebildiği görülmektedir.

Ülkede para transferinde yaşanan sorunlar dolayısıyla Google, Youtube, Instagram, vb. hesaplara reklam verilmesi ülke içinden mümkün bulunmamaktadır. Bununla birlikte, diğer ülkelerden Farsça anahtar kelime veya postlarla reklam verilmesi mümkündür. Bununla birlikte, yaygın bir şekilde VPN kullanımı olmasından dolayı bu reklamların etkili olmayabileceği değerlendirilmektedir.

Ülkedeki tıklanma sayısı yüksek internet siteleri aracılığıyla banner uygulamaları ile reklam yapılmasının etkili olduğu, bununla birlikte bu sitelerin gerekli teknolojik yenilenme yatırımını yapmaması nedeniyle banner uygulamalarında video, vb. güncel uygulamaların yapılamadığı görülmektedir.

Reklam ve tanıtımın önündeki bu engellerin önümüzdeki dönemde de varolmaya devam edeceği görülmektedir. Bununla birlikte, İran ekonomisinin henüz doyum noktasına ulaşmaması ve piyasaya sunulan mallara arz açığı ve talep yüksekliği bulunması nedeniyle reklam ve tanıtım yapmadan da pazarda iş olanakları olabileceği bilinmektedir.

Sitemizde ve uygulamamızda çerezler kullanılmaktadır. Buradan İnceleyebilirsiniz..